Dokuz Eylül Üniversitesi’nde İki Yıldır Yaşanan Garabet ve Husumet Hakkında

 Basına, Kamuoyuna ve Dokuz Eylül Üniversitesi Çalışanlarına,

 

Bu metin, Dokuz Eylül Üniversitesi’nde iki yıldır yaşanan garabete ve husumete tanıklık etmek için kaleme alınmıştır. 12 akademisyen hakkında yürütülen (aslında basiretsizlik örneği olarak yürütülemeyen) bir soruşturma hakkındadır. Bu soruşturmada, kimlerin nasıl müdahil olduğu bilginize sunulacaktır. Yaşananlar, ifade özgürlüğünün ve barış isteğinin yargılanma çabasıdır maalesef. 3 farklı rektör, (en az) 4 farklı komisyon ve (en az) 12 farklı soruşturmacı. Bu iki yıl içinde üniversiter değerlerin aşama aşama nasıl ayaklar altına alındığına tanıklık ettik. Hepinizi bu tanıklığa ortak olmaya ve akademiye, hocalarımıza ve üniversitemize sahip çıkmaya davet ediyoruz. 

 

Bundan tam 2 yıl önce, (diğer birçok üniversitede olduğu gibi) üniversitemizde bir “cadı avı”nın fitili ateşlendi. 15 Ocak 2016’da “Barış Akademisyenleri” diye bilinen 12 öğretim elemanı hakkında soruşturma başlatıldı. 2212 akademisyen barış talep eden bir metne imza attılar. Birlikte yaşamı savunan, devletin tüm yurttaşlarına eşit davranması gerektiğini belirten ve çatışmacı yollar yerine barış seçeneğini hatırlatan kısa bir metne imza attılar diye, devletin en tepesinden yan odalarımızda oturan kimi meslektaşlarımıza kadar bir husumet baş gösterdi.

Öyle ki, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra OHAL rejimi marifetiyle KHK’ler çıkarılarak yüzlerce akademisyen üniversitelerden ihraç edildi. Gözaltına alınanlar, evleri ve odaları arananlar, hatta hapse atılanlar bile oldu. Yandaş medya, “sivil ölüm” buyurdu. İhraç edilenler, bırakın özel bir üniversitede çalışmayı, hiçbir işe giremediler. Tüm bunlar, bir sayfalık bir düşünceyi beyan ettiler diye başlarına geldi. İnanabiliyor musunuz? Sadece fikri olmak ve bunu cesaretle dile getirmek, ezalara, cezalara yol açıyor.

Meselenin en kötü yanı ise, ihraç listelerini bizzat üniversitelerin hazırlamış olmasıdır. Rektörlerin, genel sekreterlerin, dekanların ve maalesef yan odalarda oturanların içlerindeki kötülük ve iktidara yaranma güdüsü bir an ortaya çıkıverdi. Barış imzacıları ile yetinmediler; sendika aktivistlerini, işgüvenceleri için mücadele eden araştırma görevlilerini de jurnallediler. 12 Eylül darbesinden sonra da aynen böyle olmuştu; ihraç listelerini cuntaya biat eden üniversite mensupları hazırlamıştı.

Oysa üniversite diye bilinen kurum, akademik özerkliğin ve ifade özgürlüğünün üzerinde bina edilmelidir. Akademisyenin eleştirel olanı makbuldür. Eleştiri, bilimi ilerleten esas tutumdur. Herkes, her şey, herhangi bir düşünce, uluslararası tekeller, şirketler, herhangi bir belediye uygulaması veya devlet de eleştirilebilir. Akademi için çok seslilik ve hoşgörü, bilimsel liyakat esasları kadar önemlidir. Diğer taraftan akademisyenin insana, topluma ve doğaya karşı sorumluluk taşıması gerekir. Toplumu bilgilendirmesi ve uyarması, bir akademisyenin temel görevidir.

Hatta Türkiye’de üniversiteler fazla hoşgörülüdür. Yaratılış kuramını savunanlar, ırkçı düşünceleri fütursuzca yayanlar, eşini dostunu işe sokanlar, şikeci yollarla unvan devşirenler, intihalciler, darbeci olan/olmayan cemaatler için gizlice çalışanlar (hâlâ da kendini gizleyebilenler) akademisyen olabilirler; olmaktadırlar.

Dokuz Eylül Üniversitesi’nde 2 yıldır süregiden husumet ve cadı avı ise bugünlerde doruk noktasına ulaşmıştır. Defalarca değişen soruşturma komisyonu, bugünkü haliyle bir kumpas çetesi halini almıştır. Haklarında soruşturma açılan 12 meslektaşımızdan dördü emekli olmak zorunda kalmıştır. Diğer sekiz arkadaşımız ise, 203 gündür açıktadır; öğrencilerinden, hastalarından, bilimden uzaklaştırılmışlardır.

Üstelik yukarıda bahsi geçen şikeci, yalancı, darbeci vb.’lerinin aksine bilim dünyasının parlayan yıldızlarıdırlar, hepimizin ve ülkemizin yüz aklarıdır:

  • Türkiye’deki en yüksek puanlarla profesör olmuş tıpçılardır.
  • Dünya literatürüne giren bilimcilerdir.
  • Sadece profesörlüğünde 115 uluslararası makale yazanlardır.
  • Uluslararası meslek derneği başkanlarıdır.
  • Onlarca kitaba, makaleye, bildiriye, projeye emek verenlerdir.
  • Dünya çapçında hekimlerdir.
  • Avrupa üniversitelerinde ders verenlerdir.
  • Sayısız ödül alanlardır.
  • Sadece disiplin içi çalışmalarla yetinmeyip toplumsal sorumlulukları gereği raporlar hazırlayanlar, atölyelere katılanlardır.
  • Kamuya açık onlarca panele, konferansa katılanlardır.
  • Sivil toplum kuruluşlarının gönüllüleridir.
  • Sendika ve meslek odalarının aktivistleridir.

Hocalarımızın ve arkadaşlarımızın başına geçmiş iki yıl içinde üniversitede neler gelmiştir? Hepinizi bilgilendirmek isteriz.

Hukukî Sürecin Seyri

11 Ocak 2016 tarihli “Bu Suça Ortak Olmayacağız!’’ başlıklı Barış için Akademisyenler imzalı Bildiri nedeniyle 13 Ocak 2016 tarihli YÖK Başkanlığı’ndan gönderilen talimat üzerine, Rektörlük tarafından 15 Ocak 2016 tarihinde soruşturma emri verilmiş; Prof. Dr. Veli Özer Özbek başkanlığında, Prof. Dr. Meltem Kutlu Gürsel ile Prof. Dr. Yusuf Karakoç’tan oluşan soruşturma komisyonu oluşturulmuş ve yapılan işlem YÖK Başkanlığına bildirilmiştir. İki yıldır devam eden bu hukuksuz süreç, sürekli bir talimat ilişkisi içinde, vesayet altında akademik özerkliğini kaybetmiş bir üniversite yönetimi tarafından yürütülmeye çalışılmaktadır.

Tarih daha OHAL karanlığına gömülmemişken, Soruşturma Komisyonu için görevlendirilen Prof. Dr Veli Özer Özbek, akademik ve idari görevlerinin yoğunluğu nedeniyle; Prof. Dr Yusuf Karakoç, ailevi sebepler, ikamet değişikliği ve de Disiplin ve Ceza Hukuku alanında çalışan öğretim üyelerinin komisyonda yer alması gerektiği şeklindeki nedenlerle 19 Ocak 2016 tarihinde soruşturmacılık görevini iade etmişlerdir. Bu iadeler üzerine 29 Ocak 2016 tarihinde yeni soruşturmacılar olarak; Prof. Dr Melda Sur ve Prof. Dr. Oğuz Sancakdar atanmışlardır. Ancak, Prof. Dr. Melda Sur, söz konusu imza metni konusunda politik olarak karşı bir dünya görüşüne sahip olması nedeniyle soruşturmacı olarak objektif olamayacağını; Prof Dr. Oğuz Sancakdar ise, akademik ve idari işlerinin yoğunluğu nedeniyle soruşturmacılık görevlerinden çekilmişlerdir. Bu soruşturmada görevlendirilen Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinin her ne kadar gündelik saikler ileri sürerek soruşturmacılık görevlerini iade etmiş ve esasen rutin bahanelerle bu işten kaçınmış olsalar da; bu soruşturmanın daha en baştan açılmaması gerektiğini ve hukuka aykırı bir idari işlem olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

Tüm bu görevlendirme iadelerine rağmen aldığı talimatı yerine getirme konusunda geri adım atmayan Rektörlük, 26 Şubat 2016 tarihinde Prof. Dr. Meltem Kutlu Gürsel’i tek başına soruşturmacı olarak görevlendirmiş, bu durum aynı gün YÖK Başkanlığına bildirilmiştir.

Soruşturmacı olarak görevlendirilen Prof. Dr. Meltem Kutlu Gürsel tarafından 1 Mart 2016 tarihli Soruşturma Raporu hazırlanmıştır. Raporda soruşturmanın başlangıç süreci özetlenmiş, ‘düşünce ve kanaat hürriyeti‘ni düzenleyen Anayasanın 25. maddesine, ‘düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti‘ni düzenleyen 26. maddesine, ‘bilim ve sanat hürriyeti’ni düzenleyen 27. maddesine, ‘bilimsel özerklik‘i düzenleyen 130/1. maddesine ve Yükseköğretim Kurumlarında disiplin ve ceza soruşturmasını düzenleyen 2547 Sayılı Kanunun ilgili maddelerine, ilgili olabilecek 657 Sayılı Kanunun düzenlemelerine yer verilmiştir. Ayrıca konuyla ilgili Anayasa Mahkemesi, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararı ile YÖK’ün 12.11.2015 tarihli kararı ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı’nın görüşü aktarılmıştır. Kanıtların tartışılması sonucunda; “…10.01.2016 tarihli akademisyenler bildiri ile ilgili ceza soruşturmasının 2547 sayılı Yasanın 53. maddesinin 7. bendi uyarınca doğrudan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılabileceği, disiplin soruşturmasında da Cumhuriyet Savcılığı tarafından re’sen açılmış ve yürütülmekte olan soruşturmanın sonucunun beklenmesi…” kanaati bildirilmiştir. Özetle; Prof. Dr. Meltem Kutlu Gürsel bu soruşturmanın sürdürülemeyeceğini, soruşturma konusu eylem üniversite açısından düşünce ve ifade hürriyeti, akademik özgürlük kapsamında olup ceza soruşturmasının sonucunun beklenmesi gerektiği şeklinde görüş bildirmiştir. Bu süreç ve devamında yürütülen idari işlemlere ilişkin herhangi bir bilgi verilmemiş ve tebligat da yapılmamıştır.

Bu tarihten yaklaşık 4 ay sonra 23 Haziran 2016 tarihinde YÖK tarafından disiplin soruşturmasının ceza soruşturmasından ayrık yürüyebileceği, bu nedenle barış akademisyenleri hakkında soruşturma başlatılmasına engel olmadığı şeklinde yeni bir talimat yazısı gönderilmiştir. Bu yazı üzerine Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Füzün, Meltem Kutlu Gürsel’den yeniden değerlendirme istemiş ve Prof. Gürsel yukarıdaki görüşünü tekrar ederek yazıyı 26 Temmuz 2016 tarihinde rektörlüğe teslim etmiştir. Fakat bu yazı YÖK’e iletilmemiştir.

Bu arada Dokuz Eylül Üniversitesi rektörü değişmiş; Prof. Dr. Adnan Kasman rektörlüğe atanmıştır. Yeni yönetim, Prof. Gürsel’in 26 Temmuz 2016’da teslim ettiği görüşünü “dosyanın rektörlüğümüzde bekletildiği anlaşıldı” diyerek 7 Eylül 2016 tarihinde YÖK’e göndermiştir. Bu yazı YÖK’ün 23 Haziran 2016 tarihli yazısına cevaptır.

1 Şubat 2017 tarihinde YÖK, 10 Mart 2016 tarihli DEÜ yazısını (Prof. Gürsel’in 12 sayfalık raporunun yer aldığı), 23 Haziran 2017 tarihli YÖK yazısını (Prof. Gürsel’in raporunun yeniden değerlendirilmesini talep eden) ve 7 Eylül 2016 tarihli DEÜ yazısını (Prof. Gürsel’in aynı görüşü tekrar ettiği) yazıları ilgi göstererek ikinci kez yeniden değerlendirme talep etmiştir.

Bu aşamadan sonra İzmir ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılıkları ile yazışmalar yapılmış, gelen cevaplar üzerine Rektörlük tarafından soruşturmacı Prof. Dr. Meltem Kutlu Gürsel’e 19 Nisan 2017 tarihli yazı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturulanlar hakkında soruşturma bulunduğu bildirilmiştir. Yazıyı alan soruşturmacı Prof. Dr. Meltem Kutlu Gürsel, 20 Nisan 2017 tarihli başvurusu ile “08.12.2016 tarihli Rektörlük makamının tasarrufu ile dekan vekilliği görevinden alınması üzerine Rektör Yardımcısı Banu Esra Arslanertik başkanlığında kurulan soruşturma komisyonundan çekildiğini, bu nedenle bu soruşturmayı da yürütmesinin uygun olmayacağını” bildirmiştir.

Bu bildirim sonrasında, Rektörlük tarafından 28 Nisan 2017 tarihli yazı ile aynı disiplin ve ceza soruşturması komisyonu için bu kez Prof. Dr. Pınar Süral Özer, Prof. Dr. Hale Gören ile daha önce görevi iade eden Prof. Dr. Oğuz Sancakdar görevlendirilmiştir.

Prof. Dr. Hale Ören, Prof. Dr. Oğuz Sancakdar ile Prof. Dr. Pınar Süral Özer’den oluşturulan yeni Komisyon, Rektörlüğe Barış akademisyenleri hakkında, “…13.06.2017 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2016/5734 CBS soruşturma dosyasından gönderilen 24.03.2017 tarihli yazı uyarınca, 667 Sayılı KHK madde 4/1 ve ilgili mevzuat uyarınca, soruşturmanın selameti ve yürütülen kamu hizmetinin aksatılmaması amacıyla tedbiren ve takdiren, görevden uzaklaştırılmaları…” önerisinde bulunulmuş; Rektörlük tarafından da aynı tarihte görevden uzaklaştırılma kararı verilmiş ve arkadaşlarımızın görevden uzaklaştırıldığına dair yazılar yazılmıştır. Ne hikmettir ki bu karardan bir gün sonra Ayşen Uysal, Serap Sarıtaş Oran, Özer Yersüren, Halis Ulaş, Halil Resmi ve Dilek Karabulut için görevden uzaklaştırma önerisinde bulunan Komisyon üyesi Prof. Dr. Oğuz Sancakdar, 14 Haziran 2017 tarihli başvuru ile “ağır iş yükü ve sağlık sorunları nedeniyle komisyon üyeliğinden affını” istemiş, dilekçesinde “ülkemizin birliği ve bütünlüğü için her zaman devletimizin yanındayım” vurgulamasını da yapma gereği duymuş. Aynı gün Rektörlük tarafından Prof. Sancakdar’ın komisyon üyeliği sonlandırılmış, Prof. Sancakdar’ın komisyondan ayrıldığı 14 Haziran 2017 tarihinden sonra, 20 Temmuz 2017 tarihinde yeni bir üyenin atanmasından önce, 23 Haziran 2017 tarihinde soruşturulanlardan geriye kalan İzge Günal, Emel Yuvayapan, Mustafa Cem Terzi, Nuri Erkin Başer, Ahmet Aydın Arı görevden uzaklaştırılmıştır. Yani bu arkadaşlarımızın görevden uzaklaştırılma kararı eksik üye ile verilmiştir. Önceki açığa alma kararları da bekletilerek, tüm arkadaşlarımız hakkındaki kararlar topluca 28 Haziran 2017’de kendilerine tebliğ edilmiştir.

20 Temmuz 2017 tarihinde de boşalan Komisyon üyeliği için Prof. Dr. Özlem Çakır görevlendirilmiştir. Rektörlük tarafından Fakülte Dekanlıklarına 5 Temmuz 2017 tarihinde görevden uzaklaştırılanların odalarından özel eşyalarını alabileceklerine dair yazı yazılmıştır. Bu yazının yazılmasındaki gerekçe, bazı dekanların odaları kilit altına alma işgüzarlığını göstermeleridir. Rektörlük tarafından 10 Temmuz 2017 tarihinde İzmir Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü ile Başbakanlık Milli İstihbarat Teşkilatı’na ayrı ayrı yazılan yazılarla soruşturulanlara ait kişisel bilgiler CD ile gönderilerek, bu öğretim elemanlarının açığa alındıkları bildirilmiş ve “soruşturmalarda değerlendirilmek üzere ilgili öğretim elemanları ile ilgili terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin Milli Güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna dair karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı bulunduğuna dair kurumda bulunan her türlü bilgi ve belgenin ivedi gönderilmesi…”  istenmiştir. Rektörlüğün İzmir Valiliğini bilgilendirmesinin ardından arkadaşlarımızın pasaportlarına engel getirilmiş ve herhangi bir yargı kararı olmamasına rağmen yurt dışına çıkışları engellenmiştir.

Söz konusu açığa alma kararlarına karşı avukatlarımız İzmir İdare Mahkemelerinde yürütmeyi durdurma istemli iptal davaları açmış ancak yürütmeyi durdurma taleplerimiz reddedilmiş olup söz konusu açığa alma işleminin iptaline ilişkin davalar devam etmektedir. Yukarıda ayrıntılı olarak anlatmış olduğumuz 2 yıllık sürece ilişkin bilgiler de bu davalara DEÜ idaresinin vermiş olduğu cevap ve evraklardan öğrenilmiştir. Bu davalar açılana kadar haklarındaki açığa alma kararı dışında hiçbir idari işlem, söz konusu disiplin soruşturmasında hangi disiplin mevzuatı hangi disiplin suçu ile soruşturma yürütüldüğü tarafımıza bildirilmemiştir.

Son bir gelişme olarak Aralık ayının ikinci haftası Soruşturma Komisyonu Başkanı olduğunu iddia eden ancak soruşturma emrine ilişkin resmi görevlendirme yazısını dahi göremediğimiz Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Banu Esra Arslanertik tarafından ”…Basında akademisyenler bildirisi olarak bilinen 10.01.2016 tarihli bildiriyi imzalamanız nedeniyle…” şeklindeki bir ibare ile 5247 sayılı kanunun 53. maddesi uyarınca açılan soruşturmada 5247 sayılı yasanın 53/a maddesi uyarınca yazılı savunmaların 10 gün içinde sunulması istenmiştir. Söz konusu savunma talebi, hukuka uygun olmayıp usul açısından itirazlarımızı içeren dilekçe kendisine iletilmek istenmişse de makamında bulunacağı söylenmesine rağmen makamında bulunmaması nedeniyle 22 Aralık 2017 tarihinde saat 15.00’te hukuk müşavirliğine teslim edilmiştir. Bu itirazları şu şekilde özetleyebiliriz:

Soruşturma açılmasına neden olduğu bahsedilen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi 2016 Ocak tarihlidir. Bu tarih itibariyle yürürlükte olan 2547 sayılı yasanın 53/b maddesinin ikinci cümlesi suç ve cezaları tanımlamamış; bu yetkiyi Yüksek Öğretim Kuruluna bırakmıştır. Bu konu anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne götürülmüş, Anayasa Mahkemesi 14.01.2015 tarih ve 2014/100 E. 2015/6 K. sayılı kararı ile 53. maddenin b bendinin ikinci cümlesini iptal etmiştir. Bu nedenle işlenildiği iddia edilen fiil tarihinde arkadaşlarımız hakkında yürütülebilecek disiplin soruşturmasına ilişkin mevzuatta boşluk oluşmuş; işlenildiği iddia edilen fiile ilişkin kanunda öngörülen bir disiplin suçu ve tanımı bulunmamaktadır. Savunmanın istenildiği yazıda belirtilen 53/a maddesi ise 2 Aralık 2016 tarihinde 5247 sayılı yasada yapılan değişiklikle yürürlüğe girmiş olup fiilin işlendiğini iddia ettiği tarihte yürürlükte olmadığını belirtmek isteriz. Anayasamızın temel ilkelerinden biri olan kanunsuz suç olmaz ilkesi kapsamında fiilin işlendiği tarihten sonra yürürlüğe giren bir kanun hükmü dayanak gösterilerek savunmaların istenmesinin hukuki bir karşılığı bulunmamaktadır. İlgi yazıda 53/a maddesinin hangi bendi ile ilgili olarak savunma istenildiği de zaten belirtilmemiş olmakla;

* hangi mevzuat hükmüne göre,

* hangi disiplin suçuyla,

* hangi delillere dayanılarak suçlama yapıldığı konusunda açık bir bilgi verilmemektedir. Ayrıca atılı disiplin suçu da bilinmediği gibi, soruşturmaya konu bilgi, belge ve deliller de tarafımıza gönderilmemiştir.

Nitekim, bu dilekçe verilmezden evvel 22 Aralık 2017 tarihi itibariyle soruşturma dosyasının son durumu, hakkımızdaki soruşturmanın kimler tarafından yürütüldüğünün öğrenilebilmesi için vekaletli avukatlarımız tarafından soruşturma dosyası incelenmek istenmişse de üniversite hukuk müşavirliği tarafından Rektörlük onayı olmadan incelenemeyeceği, yazılı talepte bulunulması gerektiği, ancak şu anda Rektör’ün makamında bulunmadığı gibi çeşitli bahanelerle dosya incelettirilmemiştir. Yine 11 Ocak 2018 tarihinde vekaletli avukatımız tarafından DEÜ hukuk müşavirliğine gidilmiş, yazılı talepte bulunulmasına rağmen Rektör’ün makamında bulunmaması nedeniyle onay alınmadan dosyanın inceletilemeyeceği avukatımıza bildirilmiştir. Üniversite idaresi bu dosyada neyi kimden gizlemektedir? Soruşturma dosyasındaki gizlilik ilkesinin soruşturulan bizlere karşı olmadığını bilebilecek üniversite idaresi dosyayı bizlerden kaçırarak neyi gizlemektedir?

Sürekli değişen ve tarafımıza bildirilmeyen soruşturmacıları mı?

Son soruşturmacılar: Kasıtlı kötülük hâli

Prof. Dr. Banu Esra Arslanertik başkanlığında yeniden kurulan komisyonun da değiştiğini, yeni komisyon üyelerinin ikisinin Prof. Dr. Recep Kök (İİBF, İktisat Bölümü) ve Prof. Dr. Himmet Konur (İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Bölümü) olduğunu öğrendik. Daha önceki basın bildirimizde adı geçen komisyonun üçüncü üyesi, çıkan haberlerden sonra 16 Ocak 2017’de sendikamızı aramış ve komisyonda yer almadığı bilgisini vermiştir.

Prof. Dr. Recep Kök, kamuoyuna “Vatansever Türk Aydınları Bildirisi” başlığıyla ilan edilen metnin imzacısıdır. 7 Haziran seçimlerinde Milliyetçi Hareket Partisi’nin İzmir milletvekili adayıdır. İzmir Türk Ocaklarının eski başkanıdır. İmzacı akademisyenlerden biriyle sıhrî hısımlık bağı bulunuyor. Ayrıca anabilim dalı başkanlığı sıfatıyla iki imzacının yeniden atanmaması için olumsuz görüş verdiği biliniyor.

Prof. Dr. Hikmet Konur da “Vatansever Türk Aydınları Bildirisi” imzacılarındandır. Bu iki üyenin ihsas-ı rey yapmış oldukları ortadadır. Soruşturmaya ilişkin görüşlerini geçmişte kamuoyuyla paylaşmışlardır. Her iki komisyon üyesinin de soruşturmayı adil ve tarafsız yürütemeyeceğine ilişkin kuvvetli şüpheler mevcuttur.

 

Özlük Hakları Tehdit Altında

Şu günlerde açığa alma ve soruşturma süreci, imzacı üç akademisyenin özlük haklarını da tehdit etmektedir. Araş. Gör. Aydın Arı’nın yeniden atama vakti geçmesine rağmen henüz yapılmamıştır. Prof. Dr. Recep Kök’ün anabilim dalı başkanı olarak olumsuz görüşüne karşın danışman, bölüm başkanı ve dekanın olumlu görüşüyle rektörlüğe iletilen süreç tamamlanmamıştır. Bugün itibariyle Aydın Arı’nın maaşı yatmamıştır. Araş. Gör. Aydın Arı’nın atamasının yenilenmesinin açığa alınma ve soruşturma ile hiçbir bağı olmamalıdır. Rektörlük başka bir hukuksuzluğa daha imza atmamalıdır. Bir an önce yeniden atama imzasını atmalı ve Aydın Arı görevine devam etmelidir.

Diğer taraftan, Dokuz Eylül Üniversitesi’ndeki ve Edebiyat Fakültesindeki tüm ÖYP/50d’li araştırma görevlileri 33a’ya aktarılmasına rağmen imzacı akademisyenlerden Araş. Gör. Özer Yersüren’in işlemleri şimdiye kadar yapılmamıştır. Kendisi maaş almaya devam etmekle birlikte, belirsizlik sürmektedir. Araş. Gör. Dilek Karabulut’un yeniden atanma işlemleri ise dekanlık aşamasında bekletilmektedir. Dilek Karabulut’un yeniden atama tarihi olan 2 Şubat’a kadar endişemiz artarak sürecektir.

Bundan şu sonuç mu çıkmaktadır? Dokuz Eylül Üniversitesi, barış akademisyenlerini, hukuksuz bir şekilde sözleşmeleri yenilemeyerek sistemli bir şekilde tasfiye etmeye mi çalışmaktadır?

Aradan geçen iki yılda 4 imzacı akademisyen emekliye ayrılmak zorunda kalmıştır. Yukarıda durumlarını aktardığımız imzacılar ise özlük haklarını kaybetmekle karşı karşıyadır.

            Çağrımız

15 Eylül 2017’de Dokuz Eylül Üniversitesi rektörlüğüne vekâleten atanan Prof. Dr. Erdal Çelik’in imzacı akademisyenlerin özlük haklarına ilişkin tasarrufları ve görevlendirdiği soruşturma komisyonu hukuksuzdur. Yapılan işlemlerin usulsüzlüğü yukarıdaki kronolojide de görülmektedir. Özlük haklarına saygı duyulmalı, liyakat ilkeleri tüm personel için geçerli olmalıdır. Soruşturma komisyonu değiştirilmeli ve soruşturma sonlandırılmalıdır.

Hepinize şunu bir kez daha belirtmek isteriz. Barış imzacısı arkadaşlarımız, hiçbir suç işlememişlerdir. Düşünceyi açıklamak suç değildir. Kendilerini savunmak zorunda değillerdir. Ama bu büyük husumete karşı hep beraber onlara sahip çıkacağız. Bu husumete karşı, biz de büyük bir dayanışma ve mücadele platformuyuz. Asla vazgeçmeyeceğiz.

Dokuz Eylül Üniversitesi ise bir yol ayrımındadır. Dünyada sayısız örneği olan, Boğaziçi, ODTÜ, Galatasaray, Hacettepe vb. gibi mi olacaktır; yoksa diğer kurumlar gibi cadı avına devam edip üniversite vasfını mı yitirecektir? Üstelik bugünler geçicidir. Kötülük bâki değildir. Yeniden demokratik, özgürlükçü bir ülkeye ve üniversiteye kavuştuğumuzda, şimdilerde yaşananların asla unutulmayacağının, bir utanç vesikası olarak muhataplarının CV’lerinde yer alacağının ve bu CV’lerin kurulacak Dokuz Eylül Üniversitesi Müzesi’nde ibretlik olarak sergileneceğinin sözünü veriyoruz.

  • Rektörlük, soruşturma komisyonunu lağvetsin! Recep Kök ve Himmet Konur soruşturmacılık görevinden alınsın!
  • Arkadaşlarımızın suçsuzluğu teyit edilsin!
  • Aydın Arı, Özer Yersüren ve Dilek Karabulut’un yeniden atamaları ivedilikle yapılsın!
  • Arkadaşlarımız işlerine geri dönsünler!
  • Yeni, özgür bir üniversite için, birlikte mücadele edeceğiz!

Eğitim Sen İzmir 3 No’lu Şube

SES İzmir Şubesi