Kamu Görevlileri Etik Sözleşmesi Kabul Edilemez !

Bugünlerde üniversitelerimizde eğitim ve bilim emekçilerine “Kamu Görevlileri Etik Sözleşmesi” imzalatılmaya çalışılmaktadır. İmzalamıyoruz! İmzalamayacağız!

Gerekçemiz uzun ama okumaya değer. Lütfen vakit ayırıp okuyalım ve bunu bir kamu görevi olarak üstlenip çevremize dağıtalım. Her platformda karşı çıkalım.

Söz konusu sözleşmenin, 25 Mayıs 2004 tarih ve 5176 sayılı “Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ve bu Kanun dayanak alınarak 13 Nisan 2005 tarih ve 25785 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ve Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” esas alınarak hazırlandığı ve imzalanması gerektiği ifade edilmektedir.

Öncelikle hem söz konusu Kanun’un 1. hem de Yönetmelik’in 2. maddesinde “Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Bakanlar Kurulu üyeleri, Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı mensupları ve üniversiteler hakkında bu Yönetmelik hükümleri uygulanmaz” dendiğine göre bu sözleşme üniversitelerde gereksiz ve geçersizdir. Ancak üniversitelerin, Yönetmelik’in 26. maddesindeki keyfiyeti (Bu Yönetmelikle belirlenen etik davranış ilkeleri, kapsama dâhil kurum ve kuruluşlarda uygulanır. Ayrıca, yürüttükleri hizmetin veya görevin niteliğine göre kurum ve kuruluşlar kendi kurumsal etik davranış ilkelerini düzenlemek üzere Kurulun inceleme ve onayına sunabilir.) emir telakki ettikleri anlaşılmaktadır. Buna dayanarak birçok üniversite birbirinin aynısı “Etik Davranış İlkeleri ve Etik Komisyonu Yönergesi” yayımlayarak yasak savmakta, işlemeyecek etik kurullar ve kurallar yaratmaktadır. O kadar ki hem DEÜ hem de Marmara Üniversitesi yönergelerinde ayrı içerikte ikişer tane 4. madde bulunmaktadır.

Türkiye’de üniversiteler özerk kurumlar olduğuna göre (!) ilgili Kanun ve Yönetmelik’i emir kabul edip hiç sorgulamadan, aynı Yönergeleri yayımlamaları bu özerkliğin gereği olsa gerek. Lakin bir üniversite bile Yönerge’sine özgün bir madde koymaz? İncelediğimiz Dumlupınar, Çanakkale, Uludağ, Bartın, Amasya, Marmara üniversiteleri dışında da Yönerge yayımlayanlar var. Bazılarında böyle bir yönergenin haberi var ama sitelerinde erişilebilir bir yerde değil. Tamamı büyük oranda birbirinin aynı. Sadece Boğaziçi Üniversitesi eli yüzü düzgün bir Üniversite Yaşamı Etik Kurulu oluşturabilmiş.

Bir diğer konu, Yüksek Öğretim Kurumları Etik Değer ve İlkeleri taslak metni Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı’na daha 22 Mayıs 2014’te sunulmuş. Yani daha tartışılacak ve yayımlanacak. Üniversitelerin esas alması gereken metin o olacak. O metne dair Eğitim Sen görüşünü daha önce kamuoyuna sunmuştuk ( http://www.egitimsen.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=21365&sube=0). Dolayısıyla kamu görevlileri etik sözleşmesini üniversitelerde imzalatmaya çalışmanın hiçbir anlamı yok bu aşamada. Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulu’nun Avrupa Konseyi ile işbirliği halinde yürüttüğü “Türkiye’de Yolsuzluğun Önlenmesi için Etik” (TYEC) projesi kapsamında kamu görevlilerini bilinçlendirme amacıyla çıkarılan bu sözleşmenin farkındalık yaratmaktan öte bir amacı olamaz. Üstelik Yönetmelik’te söz konusu sözleşme “3 ay içinde imzalatılarak personelin özlük dosyasına konur” demesine rağmen 9 yıllık gecikmenin sorumlusunun da adalet önüne çıkarılması gerekir!

Özerk üniversitelerimiz yayımladıkları yönergede bile “Yönetimde birlikte yönetim anlayışına göre hareket edilir” yazmasına rağmen ve örneğin DEÜ’de defalarca uyarmamıza rağmen çalışanların örgütlü temsili olarak yetkili Sendika’yı hiçbir kurul ve komisyona davet etmemektedirler.

Öte yandan bu 2. maddenin gözler önüne serdiği asıl çelişki şudur: Amaç kamu görevlilerini etik ilkelere bağlı kılmak ise sayılan kurumlarda çalışan kamu görevlileri etik ilkelerden muaf tutulmuş oluyorlar. Her gün şikâyet ettiğimiz asıl bu kurumların bazı mensuplarının etik ihlalleridir. Evrensel etik’in ilk maddesi “öldürmeyeceksin” olsa gerekmektedir. Oysa geçen yıldan bu yana (ve daha önce de ve bu yazı hazırlanırken de) kamu görevlileri çok sayıda yurttaşımızı öldürdü. İkinci madde’ye “çalmayacaksın” demek gerekir, çaldıkları iddia edilenler yargı önüne bile çıkarılamadı. Üçüncüye “yalan söylemeyeceksin”i yazalım: Her gün gözümüzün içine baka baka yalan söyleniyor medyada. Soma’da “kamu yararına” 301 kardeşimiz öldü (sayı konusunda yalan söylenmiyorsa), kim “hesap veriyor”? Nerede “şeffaflık”?

Yönetmelik’in 10. madde 1. fıkrası, (“Halkın kamu hizmetine güven duygusunu zedeleyen, şüphe yaratan ve adalet ilkesine zarar veren davranışlarda bulunmaktan kaçınırlar”) kamu emekçilerini eylemden uzak tutmanın aracı olarak tasarlanmıştır. Bazı kamu görevlileri öldürecek, çalacak, yalan söyleyecek, kamu emekçileri de susacak!

Diğer önemli çelişki ise hem Yönetmelik’in hem de Üniversitelerin çıkardığı Yönergelerin geçici 2. maddesinde yatmaktadır: “Bu Yönetmeliğin Resmî Gazete’de yayımı tarihinden önce gerçekleşen etik ilkelere aykırı davranışlar şikâyet ve ihbar konusu yapılamaz.” Etik ihlallerin zaman aşımı olur mu? Affı olur mu? Görmezden gelinebilir mi? Bu madde kimleri aklamaya çalışmaktadır?

Konunun özüne gelecek olursak, kamuda etik ilkeler, kamu emekçilerine imzalatılan bir sözleşme ile mi sağlanacaktır? Sözleşme ile etik olur mu? Toplumsal etik kanun ve yönetmeliklerle düzenlenir mi? Etik olan ama yasal olmayan ya da tersi yasal olan ama etik olmayan konuları nasıl bir sözleşme ile bağıtlayabiliriz? Başta anayasa ve yasalar olmak üzere yürürlükteki mevzuatla zaten hak ve ödevleri tanımlı olan kamu çalışanlarının herhangi bir sözleşme imzalamasına gerek yoktur. Etik ilkeler diye dayatılan sözleşme, ahlak, etik, yasa ve politik tercihleri birbirine karıştıran bir metindir.

Etik sözleşmesinde yer alan maddelerin birçoğu kamu görevlilerinin değil kurumların yerine getirmesi gereken yükümlülüklerdir. Örneğin saydamlık, katılımcılık, hesap verilebilirlik, kamu yararını gözetme, hukukun üstünlüğü. Kişiler bu yükümlülükleri nasıl yerine getirebilir ki?

“Halkın günlük yaşamını kolaylaştırmak, ihtiyaçlarını en etkin, hızlı ve verimli biçimde karşılamak, hizmet kalitesini yükseltmek ve toplumun memnuniyetini arttırmak için çalışmayı” birey olarak kamu emekçileri değil kurumlar taahhüt etmelidir.

“Kişilerin dilekçe, bilgi edinme, şikâyet ve dava açma haklarına saygılı davranmayı” bir kamu görevlisinin taahhüt etmesi ne anlama gelmektedir acaba? Tek tek kamu emekçileri ya da örgütlü temsilcileri olan sendikaların işverene yaptıkları başvuruların neredeyse tamamına “konu incelenmektedir” yanıtı verilmekteyken.

DEÜ Yönerge’sinin 2. Maddesine göre “üniversite öğretim elemanlarınca yapılacak bilimsel araştırmalar, yayınlar ile insanlar ve hayvanlar üzerindeki tıbbi deneylere ilişkin etik ilkeler ve etik ihlalleri ayrı düzenleme konuları olup, bu Yönerge kapsamı dışındadır.” Öğrenim iklimine etik ilkeler akıllarına bile gelmemiş. Birçok üniversitede öğretim üyeleri yazdıkları ders kitaplarını öğrencilere zorunlu kitap olarak pazarlamaktayken (gayet yasal bir biçimde!) bunu etik sorun olarak bile algılamayacağız anlaşılan. Bu yönergelerde hedeflenenin meslek etiği olmadığı da anlaşılmaktadır.

Yönerge’nin dördüncü maddesinin Yönetim Etiği İlkeleri başlıklı B bendinde “birlikte yönetim anlayışı” ve “çalışanların karar alma sürecine katılımı” işaret edildiğine göre bugüne kadar göremediğimiz bu yaklaşımların önümüzdeki dönemde üniversitelerimizde egemen olacağını mı ummalıyız? Yoksa akademik kurulların çalışmaya başlayacağı, kararlarının esas alınacağı, amirlerin memurlara emir vermeden önce “sen ne düşünüyorsun” diyeceği anlamına mı geliyor?

Yine aynı maddenin genel etik ilkeler başlığına “üniversitenin saygınlığının korunması yüceltilmesi” nasıl ve nerden dâhil edilmiş acaba? Bu maddenin uygulamada üniversite emekçilerinin üniversite yönetimlerini eleştirme hakkını da elinden alacak biçimde vücut bulacağını deneyimlerimizden biliyoruz. Üniversite yönetimlerinin yapmış olduğu hak ihlalleri, hatta uyguladıkları politikalar şiddete ve hakarete başvurulmadıkça her zaman eleştiriye açık olmalıdır.

Gelelim can alıcını noktaya: Yönerge’nin 8. Maddesinin 1. Fıkrası: “… Bu ilkeler, personelin istihdamını düzenleyen mevzuat hükümlerinin bir parçasını oluşturur.” Yönergenin ruhu vücut bulmak için 8 madde beklemiş! Etik ilkelere uymazsanız yasal takibata gerek görmeden işinizden olursunuz mu demek istiyor? Aynı maddenin 3. Fıkrasında disiplin soruşturmalarında amirin memuru etik ilkelere uyup uymadığı yönünden de değerlendirme yapılabileceği yazıyor. Yasaları işletmeden istihdamı güvencesizleştirmenin formülünü bulmuşlar!

Yönetmelik’in 9. maddesi 3. fıkrası “Kamu görevlileri, …, kamu makamlarının mevzuata uygun politikalarını, kararlarını ve eylemlerini engelleyemezler” buyuruyor. Üniversite emekçilerinin (ve de öğrencilerinin) asıl görevi budur zaten. Bu ülkede “kamu makamlarının mevzuata uygun politikalarını, kararlarını ve eylemlerini” teşhir etmek, açıklamak, yanlışlamak, karşı çıkmak hepimizin görevidir. Siyaset zaten bu politika, karar ve eylemleri değiştirmeye çalışmaktır ve her yurttaşın hakkı ve ödevidir. 18. madde ile bu pekiştiriliyor: “Kamu görevlileri, görevlerini yerine getirirken yetkilerini aşarak çalıştıkları kurumlarını bağlayıcı açıklama, taahhüt, vaat veya girişimlerde bulunamazlar, aldatıcı ve gerçek dışı beyanat veremezler.” Elbette susmayacağız!

Üniversitelerin her tür baskı ve şiddetin yoğun biçimde yaşandığı, katı disiplin kurallarıyla yönetilen, ticari ilişkilerin egemen olduğu mekânlar haline getirildiği ve akademik etiğin siyasal iktidara sadakatle bağlı olmak ve itaat etmek olarak inşa edilmek istendiği bir dönemde böylesi bir çalışmanın taşıdığı ironiyi vurgulayarak bitirmek isteriz. Devletin, sermayenin ve kurum içi hiyerarşik iktidar ilişkilerin baskısı altında üniversiteler, ciddi bir yozlaşma içerisine girmiş, akademik ve etik değerler de erozyona uğramıştır. Üniversitelerin ve üniversiter değerlerin yozlaşmasına neden olan bu faktörler ortadan kaldırılmadıkça yüksek öğretim kurumlarında etik değerler inşa etmenin olanaksız olacağı açıktır. Dolayısıyla, üniversiteyi üniversite olmaktan çıkaranların söz konusu politikalarını ve bu açıdan taşıdıkları sorumluluğu unutturmak istercesine, adına “etik ilkeler” dedikleri bir çalışma içerisinde bulunmalarının daha baştan etik olmayan bir tavır olduğunu belirtmek isteriz! Bu nedenle belirtmek isteriz ki, 12 Eylül cuntasının ürünü disiplin yönetmeliğini, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıracak düzeyde hünerli kullananların, sahip oldukları iktidar ilişkileri eliyle üniversitelere “etik ilkeler” önermeye çalışması abesle iştigaldir.

İnsan, Toplum, Doğa Yararına Üniversite!