2015 Eğitim ve Yükseköğretim Bütçesi Ne Getiriyor?
2015 EĞİTİM BÜTÇESİ EĞİTİMİN TEMEL İHTİYAÇLARINI KARŞILAMAKTAN UZAKTIR!
EĞİTİME YETERLİ BÜTÇE, OKULLARA İHTİYACI KADAR ÖDENEK AYRILMALI,
EĞİTİM VE BİLİM EMEKÇİLERİNİN EKONOMİK KAYIPLARI KARŞILANMALIDIR!
Raporun PDF’si: 2015 Egitim ve Yuksekogretim Butcesi Ne Getiriyor
Bir ülkenin gelirlerinin nasıl toplanacağı, toplanan gelirden kimlerin ne kadar pay alacağı önceden belirlendiği bütçeler, hükümetlerin kimin çıkarlarını temsil ettiğini gösteren siyasal metinler olarak bilinmektedir. Yıllardır bütçe gelirleri ağırlıklı olarak halktan toplanan vergilerden karşılanmasına rağmen, bütçe harcamalarında halkın ihtiyaçlarından çok sermayenin ihtiyaçları öne çıkmıştır.
2015 Merkezi Bütçe Tasarısı, tıpkı geçmiş yıllardaki gibi başta eğitim ve sağlık olmak üzere, kamu hizmetleri alanında yaşanan ticarileşme ve piyasalaştırma uygulamalarına paralel bir mantık ile hazırlanmıştır. 2015 eğitim ve yükseköğretim bütçesi, önceki yıllardaki bütçelerin kopyası sayılabilecek bir anlayışla, eğitim sisteminin ve yükseköğretimin en temel ihtiyaçlarını görmezden gelen, sadece zorunlu harcamaların dikkate alındığı bir içerikte hazırlanmıştır. Yıllardır kamu hizmetlerine ayrılan kaynaklar, özellikle eğitim ve sağlık alanında sadece rakamsal olarak artmakta, eğitime yönelik kamu yatırımları açısından bakıldığında belirgin bir azalma yaşandığı görülmektedir.
2014 yılında 56 milyar TL olan MEB bütçesi, artan okul, derslik, öğretmen ihtiyacı ve acil çözüm bekleyen altyapı sorunlarına rağmen 2015 yılı için 62 milyar TL olarak öngörülmüştür. Bütçe rakamları içinde en kapsamlı ve en yaygın kamu hizmetleri içinde yer alan eğitime ayrılan payın sadece rakamsal büyüklükleri üzerinden övünenlerin, yıllardır bu payların nerelere, hangi kalemlere harcandığı konusuna hiç değinmemesi dikkat çekicidir.
2015 MEB bütçesi, eğitim harcamalarının halkın sırtına yıkıldığının kanıtıdır
MEB bütçesinin büyük bölümü personel giderleri (%68) ve sosyal güvenlik devlet primi giderlerine (%10) gitmektedir. Başka bir ifadeyle, eğitime bütçeden en çok payı ayırdıklarını iddia edenler, bu payın yüzde 78`inin personel harcamalarına gittiğini gizlemeye çalışmaktadır.
Yıllar itibariyle baktığımızda MEB bütçesinde sayısal olarak bir artış yaşanmasına rağmen, asıl bakılması gereken eğitim bütçesinin milli gelir içinde ne kadar yer aldığıdır. Geçtiğimiz 12 yıl içinde MEB bütçesinin milli gelire oranı belirgin bir değişiklik göstermemiş, OECD ortalaması olan yüzde 6`nın çok altında yer almaktadır. Son üç yıldaki göreceli artışın temel nedeni ise, eğitimde 4+4+4 dayatması nedeniyle derinleşen sorunların içinden çıkılamaz hale gelmesi, okul dönüşümleri, derslik ve öğretmen açıklarının artması, özellikle okulların altyapı ve donanım eksikliklerinin yarattığı sorunlardır.
MEB bütçesinin rakamsal büyüklüğünün temel nedeni, hükümetin eğitime verdiği önemden değil, büyük ölçüde personel harcamalarından kaynaklanmaktadır. Bu durumun farkında olan MEB, eğitim emekçilerini esnek, kuralsız ve güvencesiz çalıştırmak için gece gündüz çalışmakta, öğretmenleri performans değerlendirmesine tabi tutarak, angarya işlerde çalıştırmak için proje üstüne proje geliştirmektedir.
Eğitim yatırımları azalmaktadır
MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay 2002 yılında yüzde 17 iken, 2009`da yüzde 4,57`ye kadar düşmüş, 2014 yılı itibariyle eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 9 olmuştur. Tek başına bu rakam bile “Bütçeden en çok payı eğitime ayırdık” diyenlerin asıl gerçeği gizleyerek halkı kandırmaya çalıştıklarını göstermektedir.
Öğrenci velilerinin geçtiğimiz 12 yıl içinde cebinden yaptığı eğitim harcamalarının 5 kattan fazla artmış olması, eğitimin ekonomik yükünün adım adım velilerin sırtına yıkıldığını göstermektedir. Okul öncesinden yükseköğretime kadar bütün eğitim kademelerinde bütçeler sadece zorunlu harcamalar için kullanılmakta, devletin bir eli sürekli öğrencilerin ve velilerin cebine uzanmaktadır. Kamu kaynaklarını özel okullara aktarma konusunda son derece bonkör davranan siyasi iktidar, sıra devlet okullarında yaşanan sorunlara gelince “kaynak yok” yalanına sarılarak, okulları kendi kaderi ile baş başa bırakmaktadır.
12 yıldır, devlet okulları sorunları ile baş başa bırakılırken, her fırsatta özel okullara yönelik teşvik politikaları uygulanmıştır. Bugüne kadar özel okullara vergi teşvikleri ve çeşitli kalemlerde indirimler yapılmış, devlet okullarının talepleri dikkate alınmazken, özel okulların istekleri hükümet ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından anında yerine getirilmiştir. Halktan toplanan vergilerin özel okullara her fırsatta “öğrenim desteği” adı altında aktarılması, her şeyden önce herkese eşit ve parasız eğitim hakkının ihlali anlamına gelmektedir. Bu uygulamanın, eğitimde adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin derinleşmesinden başka bir sonucu yoktur.
Devlet okullarında çoğu taşeron şirket personeli binlerce yardımcı hizmetli çalıştırılırken, velilerden temizlik, spor vb. adlarla birçok kalemde para toplanıp eğitimin tüm yükü velilerin sırtına yüklenmektedir. Hükümetin “özel okullara destek” adı altında asıl yapmak istediği özel öğretimi özendirmek, öğrenci ve velileri “parasal destek” üzerinden özel okullara yönlendirmektir. Özel okulların yıllardır doğrudan kamu kaynaklarıyla desteklenmesinin arkasında, eğitimde yaşanan ticarileştirme süreci hızlandırmak ve paralı eğitimi yaygınlaştırmak vardır.
Yapılması gereken, kamusal kaynakların yine kamusal bir hak olan eğitim için, özel çıkarlar değil, toplumsal çıkarlar gözetilerek değerlendirilmesi ve sadece eğitimde değil, bütün alanlarda kamu harcamalarının payının arttırılmasının sağlanmasıdır.
Eğitim Sen`in yıllardır savunduğu ve eğitim hakkının temel ayaklarını oluşturan kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim talebi gerçekleşmediği sürece, ne eğitimin niteliğini yükseltmek, ne de eğitimde yaşanan sorunlara kalıcı çözümler üretmek mümkün değildir.
Son 12 yılda öğretmenlerin satın alım gücü belirgin bir şekilde azalmıştır
Geçtiğimiz 12 yıl içinde eğitim ve bilim emekçilerinin aldıkları maaşlar, rakamsal olarak artmış gibi görünse de insanca yaşam seviyesinin yanına bile yaklaşamamıştır. Eğitim emekçilerinin üçte ikisi insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürebilmek için ek işler yapmak zorunda bırakılmış, özellikle öğretmenlerin satın alım gücü belirgin bir şekilde azalmıştır.
Eğitim emekçilerinin ücretlerinde yaşanan gerilemeyi en somut ifade etmenin yolu; öğretmenlerin ve diğer bazı meslek gruplarının 12 yıl önceki maaşları ile bugün aldıkları maaşları karşılaştırmaktır. 2002 yılında en düşük memur maaşı 293 TL, polis memuru maaşı 591 TL, uzman doktor maaşı 810 TL, avukat maaşı 780 TL iken öğretmen maaşı 560 TL`dir. Aradan geçen 12 yıl içinde hemen hemen bütün meslek gruplarının temel ücretlerinde gerçekleşen artış, eğitim emekçilerinin maaşlarındaki artıştan daha fazla olmuş, yüz binlerce öğretmenin satın alım gücü fiilen düşürülmüştür.
Kasım 2014 itibariyle aile yardımı (164 TL) ve diğer ek ödemeler (çocuk yardımı vb) hariç, aile geçim indirimi dahil polis memuru maaşı (8/1) 2.765 TL, uzman doktor maaşı (1/4) 3.962 TL, avukat maaşı (1/4) 3.923 TL iken öğretmen maaşı (9/0) 2.082 TL, en yüksek öğretmen maaşı (1/4) 2.422 TL`dir.
AKP`nin iktidarda olduğu 12 yıl itibariyle eğitim emekçilerinin maaşları ile diğer kamu emekçilerinin maaşlarını karşılaştırdığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:
* 2002`de göreve yeni başlayan bir öğretmen; aynı durumdaki polislerden sadece yüzde 4 daha az maaş alıyorken, 2014`te göreve yeni başlayan bir öğretmen 8`inci derecenin birinci kademesindeki bir polis memurundan yüzde 32 oranında daha az maaş almaya başlamıştır. Bugün göreve yeni başlayan bir öğretmen ile aynı durumdaki polis memurunun maaşı arasındaki fark tam 683 TL`dir.
* 2002`de göreve yeni başlayan öğretmenin maaşı uzman doktor maaşından yüzde 43 daha az iken, bugün bu yüzde 90`a çıkmıştır. Uzman doktorların ek ödemeleri ile öğretmenlerin ek ders miktarı hesaba katıldığında aradaki fark daha da açılmaktadır.
* 2002`de göreve yeni başlayan bir öğretmen, kamuda çalışan avukatlardan yüzde 34 daha az maaş alırken, bugün bu fark yüzde 88`e kadar çıkmıştır.
Kuşkusuz kamuda istihdam edilen ve her biri farklı işleri yapan tüm kamu görevlilerinin yaptıkları iş önemli ve değerlidir. Burada öğretmen maaşları ile diğer meslek gruplarının maaşlarını kıyaslamaktaki tek amacımız, son 12 yıl içinde öğretmen ücretlerinde yaşanan erimeyi açıklamaktır.
Siyasi iktidar aile (164 TL) ve çocuk (38 TL) yardımlarını maaşların içinde vererek maaşları yüksek göstermekte ve kamuoyunu kandırmaktadır. Genel olarak kamu görevlilerinin maaş artışları ve satın alma gücü açısından bakıldığında, öğretmenlerin AKP iktidarında ciddi anlamda ekonomik kayıp yaşadıkları anlaşılmaktadır.
Eğitim emekçilerinin gerek çalışma gerekse yaşama koşulları açısından her geçen yıl, bir önceki yılı mumla aradığı açıktır. Geçmişte Başbakan ve Milli Eğitim Bakanlarının, hatta sokaktaki vatandaşın bile sık sık “çok maaş alıyorlar” gibi tamamen yanlış bilgiye dayalı söylemlerde bulunmaları eğitimde mesleki itibarsızlaştırmanın geldiği noktayı görmek açısından önemlidir. Öğretmenlerin aldıkları maaşlar, rakamsal olarak fazlaymış gibi gösterilse de yapılan işin niteliği açısından bakıldığında, insanca yaşam seviyesinin yanına bile yaklaşmamaktadır. Eğitim-öğretim sürecinin emektarları olan yardımcı hizmetliler ve memurların durumu ise çok daha vahimdir. Türkiye`de lise mezunu bir yardımcı hizmetli (13/3) sadece 1759 TL, memur ise (13/3) 1928 TL maaş almaktadır.
YÜKSEKÖĞRETİM BÜTÇESİNDEKİ CİMRİLİK SÜRMEKTEDİR
Geçtiğimiz yıllar içinde, büyük bölümü siyasal ihtiyaçlar üzerinden her şehirde bir üniversite açılmıştır. 2015 yükseköğretim bütçesi, AKP hükümetinin yükseköğretim sisteminin ve üniversitelerin ihtiyaç duyduğu kaynağı genel bütçeden karşılama noktasındaki “cimri”liğini sürdürdüğünü göstermektedir. Bir süredir tartışılan yükseköğretimin yeniden yapılandırılması üzerinden üniversitelerin ve yükseköğretim sisteminin tamamen piyasaya açılması, üniversitelerin toplumun değil, sermayenin hizmetinde kurumlar haline getirilmesi için somut adımlar atılması planlanmaktadır.
2015 yılı yükseköğretim bütçesi, artan üniversite ve öğrenci sayısına rağmen ihtiyaç kadar arttırılmamış, tıpkı MEB bütçesinde olduğu gibi, bütçenin önemli bir bölümünü personele yapılan harcamalar oluşturmaktadır. Yükseköğretim kurumları bütçesinin yüzde 63`ü personel harcamalarına (personel giderleri + sosyal güvenlik devlet primi giderleri) ayrılmıştır. Mal ve hizmet alımı giderleri bütçenin yaklaşık yüzde 14`ünü oluşturmaktadır.
Geçtiğimiz 12 yıl içinde üniversite ve öğrenci sayısı iki kattan fazla artmasına rağmen, yükseköğretim kurumları bütçesinin bu artışa paralel olarak artmamış olması dikkat çekicidir. Üniversiteler siyasi iktidar tarafından şirketlerle belli projeler üzerinden işbirliğine zorlanmakta, kendi kaynaklarını kendilerinin yaratması için peş peşe adımlar atılmaktadır.
Genel bütçeden yeterince kaynak ayrılmayan üniversitelerimiz, son yıllarda bilimsel üretimleri tehdit eden “kendi kaynağını yaratma” arayışları içine itilmiştir. YÖK`ün danışma kurullarında sermaye temsilcilerinin temsili ile ilgili olarak aldığı kararlar da dikkate alındığında, üniversitelerin yükseköğretim kurumları olmaktan hızla uzaklaşması ve piyasada faaliyet yürüten şirketlerden farkları kalmaması hedeflenmektedir. Yapılmak istenen yeni düzenlemeler ile üniversite yönetimlerinde işadamlarının, sanayi temsilcilerinin yer alacak olması, üniversitelerimizin bilime ve halka değil, tamamen sermaye hizmet eden kurumlar haline getirilmek istenmektedir.
Türkiye`de okulöncesinden üniversiteye kadar eğitimin her kademesinde giderek artan eşitsizlikler, eğitimi sınıf farklılıklarının açıkça görüldüğü ve bu farklılıkların yeniden üretildiği bir alana dönüştürmüştür. Devlet okulları ile hükümet tarafından kamu kaynakları aktarılarak desteklenen özel okullar arasında gerek eğitimin niteliği, gerekse eğitim ortamı açısından oluşan fark giderek büyümektedir. Herkesin eğitim hakkından eşit olarak yararlanabilmesi için asgari koşul, kamu kaynaklarını özel okullara aktarmak değil, kamusal kaynakların yine kamunun, yani halkın sahibi olduğu okullarca eşit bir biçimde yararlanması, tüm okulların eşit olanak ve koşullara sahip olmasını sağlamak olmalıdır.
Eğitimin ve yükseköğretimin tamamen piyasa ilişkileri içine çekilmesi kabul edilemez
Geçtiğimiz 12 yıl içinde halkın cebinden yaptığı eğitim harcamalarında belirgin bir artış yaşanmıştır. Bu dönemde halkın cebinden yaptığı eğitim harcamaları her geçen yıl katlanarak artmış ve bugün neredeyse Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi rakamlarıyla yarışır hale gelmiştir. Temel bir insan hakkı olan eğitim hakkı 1980 sonrası benimsenen piyasacı politikalar sonucunda bir hak olmaktan çıkarılmış, herkesin parası kadar eğitim hizmetlerinden yararlandığı bir sistem oluşturulmuştur.
AKP Hükümeti, eğitimi “serbest piyasa sistemi”ne açmak, okulları ve üniversitelerimizi birer ticarethane gibi “işletmek” isteğini, geçtiğimiz 12 yılda yapmış olduğu yasal ve fiili adımlarla pek çok kez göstermiştir. Bu anlamda 2015 yılı eğitim ve yükseköğretim bütçesi, tıpkı geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, paralı eğitim uygularını büyük bir kararlılıkla sürdüren bir zihniyette oluşturulması kabul edilemez bir durumdur.
2015 yılı için öngörülen eğitim ve yükseköğretim bütçeleri ile eğitim sisteminde yapısal hale gelen fiziki alt yapı, öğretmen, idari ve akademik personel açıkları, araç gereç gereksinimi ve benzeri sorunların ve ihtiyaçların karşılanabilmesi mümkün değildir.
Eğitimden beklenen amaçların gerçekleşmesi, artan öğrenci sayısı, derslik açıkları, eğitimin niteliğinin yükselmesi, fiziki alt yapı ve donanım eksikliklerinin giderilmesi, öğretmen açıklarının giderilmesi ve diğer sorunlar için mevcut bütçe anlayışının acilen değişmesi gerekmektedir.
Taleplerimiz;
* MEB ve yükseköğretim bütçelerinin milli gelire oranı en az iki kat arttırılmalı ve OECD ortalamasına çıkarılmalıdır…
* Eğitimde yeterli bütçe, okullara ihtiyacı kadar ödenek ayrılmalı, eğitim yatırımlarına ayrılan pay arttırılmalıdır…
* 2014 yılı enflasyon farkı ve ekonomik kayıplar “ek zam” olarak ödenmeli ve zam oranı 2015 bütçesi içinde yer almalıdır…
* Artan oranlı vergi dilimi uygulamasına son verilmeli, ek dersler başta olmak üzere, tüm ek ödemeler temel ücrete ve emekliliğe yansıtılmalıdır…
* 2015 yılında aile ve çocuk yardımı başta olmak üzere, sosyal yardımlar sembolik olarak belirlenmekten çıkarılmalı, ihtiyaç kadar artış yapılmalıdır…
* Eğitime hazırlık ödeneği sadece öğretmenlere değil, tüm eğitim ve bilim emekçilerine yılda iki kez en az bir maaş tutarında ödenmelidir…
* Öğretmen, akademik personel, memur ve yardımcı hizmetli açıkları kapatılmalı, en az 300 bin öğretmen, 50 bin yardımcı hizmetli ataması acilen yapılmalıdır…
* Tüm eğitim ve bilim emekçilerine insan onuruna yakışır bir ücret ve sağlıklı çalışma koşulları sağlanmalıdır…