Genel

Eğitim ve Bilim Emekçilerinin Yükseköğretim Deklarasyonu

Türkiye’deki bilim insanlarını, üniversitelerde yaşanan neoliberal dönüşümü enine boyuna tartışmak, sorgulamak ve kolektif karşı irade oluşturabilmek adına biraraya getirmek amacıyla, Eğitim Sen İzmir 3 No’lu şube, Ankara 5 No’lu şube, İstanbul 6 No’lu şubenin girişimiyle, 29-30 Mart’ta İzmir Gümüldür’de yapılan “Üniversite: Dönüşüm ve Müdahale” başlıklı forumdan çıkan Eğitim ve Bilim Emekçilerinin Yükseköğretim Deklarasyonu aşağıdadır. 

Eğitim ve Bilim Emekçilerinin Yükseköğretim Deklarasyonu

Gümüldür, 30 Mart 2008

Biz, Türkiye üniversitelerindeki eğitim ve bilim emekçileri olarak, 12 Eylül’den 28, YÖK’ün kuruluşundan 27 yıl sonra gelinen aşamada üniversiter sisteme yönelik pervasızca sürdürülen neoliberal saldırılara karşı ortak bir irade ve örgütlü bir mücadele oluşturmak için bir araya geldik. Aşağıdaki metin bu iradenin ürünü olup üniversitelerin tüm bileşenlerine bir çağrıdır.

Kapitalizmin yeni yüzü neoliberalizm, kamusal alanda piyasa temelli “hizmet” politikalarını toplumlara dayatmaktadır. Bu politikaların küresel ölçekte taşıyıcıları başta Dünya Bankası ve İMF gibi uluslararası kuruluşlardır. Neredeyse toplumsal yaşamın her alanı, belli bir amaç için inşa edilmiş uluslararası kurumların denetimine sokularak küresel ölçekte sermayenin mantığına göre yeniden düzenlenmektedir. Söz konusu dönüşümler yaşamın her alanında kamusal hizmetleri daraltarak, fiyatını ödeyenin yararlanabildiği, bireysellik ve faydacılığın öne çıktığı bir toplum projesinin ürünüdürler. Üstelik bu dönüşümler ne tek başına bir partinin ne de tek başına bir hükümetin siyasal gündemini oluşturmaktadır. Günümüzde AKP hükümeti aracılığıyla uygulanan Dünya Bankası/İMF patentli “reformlar” hiç kuşkusuz 1980’lerden bu yana her hükümet programında yer almış ve parça parça yaşama geçirilmiştir. Süregelen neoliberal uygulamaların bir sonucu olarak üniversitelerimizin piyasalaşma süreci de artık tamamlanmak üzeredir.

Nitekim yeni YÖK başkanının yükseköğretimin paralı olması/ öğrencilere burs verilmesi önerisi Dünya Bankası’nın paralı yükseköğretim projesine, TÜSİAD Yükseköğretim Raporu’na ve YÖK Yükseköğretim Strateji Raporu’na uygun bir öneridir. Ülkemiz açısından bu dönüşümün temel ayaklarından birini üniversite sisteminin küresel pazara açılmasını amaçlayan ve Avrupa Birliği’ne entegre olma söylemleriyle beslenen Avrupa Yüksek Öğrenim Alanına (AYA) dâhil olma projesi oluşturmaktadır. Üniversiteler gelinen noktada artık bir bilgi kurumu değil, “iş” kurumu olarak işlev görmekte ve piyasaların ve piyasalara egemen olan sermaye bloklarının “emrine” göre yeniden biçimlendirilmektedir. Kuşkusuz, hiç bir toplumsal dönüşüm idealize edilmiş örnekleri ile sürmemektedir. Bu dönüşüm üniversite sistemimizin içinde tarihinin hiçbir aşamasında olmadığı kadar farklılıkların oluşmasına ve parçalanmalara yol açmaktadır. Artık ne yazık ki konuşabileceğimiz tek bir üniversite yoktur. Tıpkı toplumun diğer alanlarında olduğu gibi üniversite sistemimiz parçalanmış, aynı yapının altında varlıklarını sürdüren farklı kurumlara dönüşmüştür: Büyük kentlerde yer alan eski kamu üniversitelerinin yanında yeni “taşra” üniversiteleri, sermayenin inşa ettiği parlak özel üniversiteler yanında bir tür dershane niteliğindeki özel üniversiteler bu yapının parçalarıdır. Bu parçalanma, sermayenin üniversite sistemi üzerinde giderek derinleştirdiği denetim ve dönüşüm gücüne uygun bir ortam sunmaktadır.

Üniversite sistemimizde oluşturulan bu parçalanmış yapı toplumun sınıfsal gerçekliğinden beslenen ve onu yeniden üreten bir işleve sahiptir. Ülkemiz gerçekliğinde bu kısır döngü, parası olanlar ile olmayanlar arasında ilköğretimden dershaneye, dershaneden üniversiteye doğru uzanan bir süreçte tekrarlanmaktadır. Sonuçta toplumsal kesimler için farklılaşmış bu üniversite gerçekliği, parası olanların gidebildiği özel üniversiteler ile yoksul halk çocuklarının mahkûm olduğu ve doğal sonucun işsizlik olduğu “taşra” üniversiteleri arasında bir bıçak sırtı görünümündedir. Salt bu nedenle bile üniversite sistemimizin içinde bulunduğu durum toplumun emekçi sınıfı tarafından reddedilmelidir.

Üniversitelerimizin mevcut yönetim kadrolarından herkese eşit ve parasız eğitim çağrımıza sıcak bakmaları elbette beklenemez. Bu kadroların mevcut sisteme açık ya da sessiz destekleri üniversitelerimizin adım adım içine sürüklendiği “zorunlu” sermayeleşme sürecinin doğal bir sonucudur. Toplum bu pervasız piyasalaşma sürecine elbette bu yapının doğal parçaları olan YÖK ve YÖK rektörleri ile değil, emekçilerden yana tavır alan bilim insanlarıyla birlikte direnecektir. Üniversitenin küresel sermayenin emrine girmesine izin verilmeyecektir. Bu karşı duruş, dün olduğu gibi bugün de bir örgütlenme mücadelesidir. Elbette özünde bir toplumsal hak mücadelesi olan üniversite mücadelesi, yalnızca bilim emekçilerinin parçalanmış çabalarıyla yürütülemez. Kuşkusuz, üniversite tüm bileşenleriyle bir bütündür. Bu nedenle, taşeronlaştırılmış işçilerinden memurlarına, öğretim elemanlarından öğrencilere kadar uzanan geniş bir hattın örülmesi ve kurumsal birlikteliğin yaratılması gereklidir.

Bilimsel bilgi ve eğitim hizmeti metalaştırılmakta, üniversiteler şirketleştirilmektedir!

Üniversitenin düşünce gelenekleri dağıtılmakta, üniversiteye bir bilim kurumu işlevi yükleyen eleştirel aklın yerine faydacı akıl, araçsal düşünce ve bu yöndeki eylem biçimleri yerleştirilmektedir. Yalnızca metalaşabilecek fikirlere değer verilmek istenmektedir. Fikirlerin ekonomik değerleri cinsinden projelere dönüştürülmesi dayatılmakta ve bilim insanı bir pazarlamacı ya da girişimci gibi ele alınmaktadır. Bu doğrultuda “üniversite-sanayi işbirliği” olarak adlandırılan proje aslında üniversitenin sermayenin emrine verilmesi çabasıdır. Bu yolla üniversiteler “satılabilir” bilgi üretmeye zorlanmaktadır.

Ekonomik faydası olmayan, piyasa için önemsiz bulunan bilim dalları geri plana itilmiş, tekno-bilim diğer bilimsel alanları sömürgeleştirmiştir. Kasıtlı olarak uygulanan düşük ücret politikaları, öğretim elemanlarının bilimsel bilgi üretimi ve eğitim gibi asli görevleri yerine, bunların dışında işlere yönelmelerine ya da bu işleri ek gelir elde edecek biçimde yapmalarına yol açmıştır. Sonuç olarak bilginin toplumsallaşması ve kamusallaşması engellenmiş, bilginin özel mülkiyeti kamusal yararın yerini almıştır.

Eğitim, kâr elde etmek üzere sermayenin yatırım yaptığı bir alan haline getirilmiştir. Eğitim artık faydalananın ödediği fiyat üzerinden satılan bir hizmettir. Özel/vakıf üniversiteleri, ikinci öğretim programları, paralı yaz okulları, sertifika programları, tezsiz yüksek lisans uygulamaları ve her geçen gün artan öğrenci har(a)çları yükseköğretimdeki ticarîleşmenin somut göstergeleridir. Bu koşullar altında üniversitenin kapıları emekçi çocuklarına kapanmıştır.

Günümüzde sermaye, üniversiteye yalnızca dışarıdan gelmemekte, aynı zamanda üniversitelerin kendisi sermaye mantığıyla yeniden düzenlenmekte ve işletilmektedir. Devlet tarafından finanse edilen yükseköğretim kurumları piyasa norm ve değerlerini benimsemeye zorlanmıştır. Kamu kurumlarına işletme kültürünü yerleştirmek için bütçelerinden kesintiler yapılmıştır. Üniversiteler kendi yaratacakları kaynaklara, döner sermaye gibi kamu bütçesi dışındaki gelirlere bağımlı hale getirilmiştir. Geldiğimiz aşamada üniversiteler vakıfları, şirketleri, taşeronları, teknoparkları, döner sermaye uygulamaları, ticarîleşmiş kampusları ile birer işletmeye dönüşmüştür. Üniversitelerimiz salt diploma ve unvan dağıtan ve işgücü piyasasını besleyen bir kuruma indirgenmiştir.

YÖK otoriter ve baskıcı yapısı ve zihniyetiyle tüm yükseköğretimi tahrip eden bir ilişkiler sisteminin toplamıdır!

YÖK’ün ve onun tek iradî temsilcisi olan rektörlerin otoriter ve merkeziyetçi yapısıyla birlikte yükseköğretim; toplumla organik bağ kuramayan, yalnızlaşmış, toplumsal aidiyeti olmayan, iktidar ve güce tapınan, varlığı koşulsuz “uyum” sağlamak olan insanları inşa etmektedir.

Kuşkusuz tüm bu sürecin temel taşıyıcısı olan YÖK yalnızca bir üst kurul değildir; yıllardır üniversitede resmi ideolojinin yeniden üretilmesini sağlayan, sermayenin çıkarı doğrultusunda yarattığı ilişkiler sisteminin bir toplamı olarak algılanmalıdır. 12 Eylül askerî darbesinin ürünü olan Yükseköğretim Kanunu, öğretim elemanlarını ve öğrencileri kontrol altına almak üzere oluşturulmuş bir tepki yasasıdır. Üniversitenin tüm bileşenlerinden devlet aklına uygun bir biçimde düşünüp davranmaları istenmiştir. Üniversitedeki tüm yetki tek bir kişiye, YÖK’e bağlı rektöre bırakılmıştır. Üniversite yönetimi otoriter, baskıcı, ayrımcı/kayırmacı olabilen, mutlak yönetim gücüyle donanmış tek bir kişinin adeta kişisel iktidarı haline gelmiştir. Disiplin yönetmelikleri üniversite emekçilerine ve öğrencilere yasal şiddet uygulanmasının aracıdır. Rektör, YÖK’ün merkeziyetçi anlayışını sürdüren “güvenilir” kişidir. Rektöre karşı denge oluşturacak herhangi bir merci fiilen yoktur. Senato ve yönetim kurulları ise yetkisiz, temsilî oluşumlardır.

YÖK’ün 27 yıllık hızlı “okul”laştırma süreci, köklü gelenekleri olan kamu üniversitelerinin bir tür tasfiyesi üzerine şekillenmiştir. Bu süreç, bir yanıyla ancak meslek yüksekokulu düzeyinde eğitim veren ve üniversite kimlikleri tartışmalı olan çok sayıda “okul”un “üniversite” adıyla sisteme dâhil edilmesiyle, diğer yanıyla da sayıları sürekli olarak artan ve amaçları salt kâr etmek olan özel/vakıf üniversitelerinin kurulmasıyla sürmüştür. Bu üniversiteler kamuda yetişmiş öğretim üyesi gücünü masrafsız bir biçimde transfer ederek ya da söz konusu öğretim üyelerini taşeron olarak kullanarak, kamu üniversitelerini çökertmekte ve yükseköğretimin hızla özelleşmesine katkı sağlamaktadır.

Bilim insanları toplumdaki aydın konumlarını hızla terk ederek bir tür “meslek” elemanlarına dönüşmektedirler!

Üniversitelerimizde kendi dilimizde ve kendi bilimsel yayın organlarımızda yayın yapma geleneği YÖK’ün akademik yükseltmelerde kural olarak koyduğu, uluslararası SCI ve SSCI atıf dizinlerinde taranan dergilerde yayın yapma kuralı nedeniyle önemli ölçüde aşınmıştır. Bu süreci üniversiteler ve TÜBİTAK tarafından uygulanan “yabancı dilde yayın teşvik programları” desteklemiş ve beslemiştir. Elbette bilim evrensel ölçütlerde ve ölçekte yapılır. Ancak bu türden baskılar üniversitelerimizdeki bilim insanlarını kendi ülkesine seslenen aydınlar konumundan giderek sadece meslek alanına seslenen “profesyoneller” konumuna sürüklemiştir. Kendi dilinde hiç yayın yapmamış ya da yalnızca “değerli” görmediği yayınlarını Türkçe yayımlayan çok sayıda “bilim” insanı ne yazık ki üniversitelerimizde bulunmaktadır.

Mevcut sistemde yayın kalitesine değil, yayın sayısına önem verilmektedir. Nitekim yayın sayısında bir artış olsa da bilimsel ilerlemenin bu artışa paralel gittiğinden söz etmek mümkün değildir. Öte yandan, yayın baskısı bilim etiği ile bağdaşmayan davranışlar için de özendirici olmuştur. Ne yazık ki üniversitelerimizde intihal gibi ciddi yayın etiği sorunları yaşanmakta ve buna karşı duyarlı/sorumlu davranılmamaktadır. Oysa üniversiteyi üniversite yapan; eğitim, araştırma ve hizmete yönelik tutum ve davranışlarında evrensel bilim etiği değerlerinden taviz vermeyen insanlardır.

Üniversitedeki mevcut kültürel ortamda, gerek bilimsel yayıncılık gerekse de akademisyen seçim ve yükseltmelerindeki jüri sistemi âdil, nesnel çalışmamaktadır. Liyakat esas olamamaktadır. Sistem ahbap-çavuş ilişkileri ile yürümektedir. Bir tür danışıklı dövüş biçimi hâkimdir.

Üniversite piyasalaştıkça istihdam rejimi değişmekte, iş güvencesi yitirilmektedir!

Üniversitelerdeki hiyerarşik ve eşitsiz ilişkiler, itaat ve korku kültürünü yaygınlaştırıp akademisyenleri kişiliksizleştirmektedir. İşsiz kalma korkusu, akademisyenlerin pek çok keyfî ve anti-demokratik uygulamaya boyun eğmesi ve sindirilmesiyle sonuçlanmaktadır. Böylece sistemin istediği pasif ve itaatkâr akademisyen tipi yaygınlaşmaktadır.

Neoliberal politikaların bir sonucu olarak esnek ve güvencesiz çalışma üniversitenin yeni istihdam rejimidir. Özellikle araştırma görevlilerinin iş güvencesini ellerinden almaya yönelik uygulamalar üniversitenin geleceğini yok etmektedir.

Üniversitede artık taşeronlarla yürütülen hizmetler, üniversite emekçilerinin güvencesiz ve sendikasız çalıştırılmasına yol açmaktadır.

Artık yeter!
Biz, eğitim ve bilim emekçileri diyoruz ki;

• Üniversiteyi küresel sermayenin hizmetine sokma yol ve yöntemlerinin formüle edildiği TÜSİAD Yükseköğretim Raporu’nu ve YÖK Yükseköğretim Strateji Raporu’nu hayata geçirmeye dönük hiç bir uygulama kabul edilemez.
• Eğitim temel bir haktır. Bu nedenle, herkesin parasız yararlanabileceği kamusal bir hizmettir; piyasa koşullarına terk edilemez.
• Öğrenci har(a)çları emekçi sınıfın yükseköğretime ulaşması önünde bir engeldir, özelleştirme eğilimlerini güçlendirmektedir, tamamen kaldırılmalıdır.
• Öğrencilere eğitim ve araştırma gereçleri, barınma, beslenme ve ulaşım parasız sağlanmalıdır.
• Bilginin ürün ve teknolojiye dönüştürülmesinde kamu yararı gözetilmelidir.
• Araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) ve patentleme sistemleri, kamu yararı önceliğiyle yeniden düzenlenmelidir.
• Bireyci, rekabetçi bilgi üretimi yerine kolektif bilimsel üretim; bilginin özel mülkiyeti yerine de kamusal mülkiyeti esas olmalıdır.
• Üniversite, piyasanın ihtiyacı olan bilgi ve elemanı üretmek yerine, evrensel kültürün ve eleştirel aklın verildiği bir kurum olmalıdır.
• Günümüzde bilim dünyasında yaşanan ticarîleşmenin geldiği boyut ve toplumsal sorumluluklarından sıyrılmış bilim insanları, toplumun bilime olan güveninin sarsılmasına yol açmıştır. Oysa üniversitelerin ulusal ve uluslararası boyuttaki sosyal, ekonomik ve siyasal gelişmelere dair bilimsel bilgi üreterek bunu toplumla paylaşma görevleri vardır. Üniversite her türlü tahakkümden arınmış, demokratik bir tartışma ortamını geliştirmek ve bundan toplumun yararlanmasını sağlamakla görevlidir. Toplumun kendisini anlama şekli, kültürel anlayışların korunması ve dönüştürülmesi, toplumsal düşünün etkilenmesi üniversitenin temel vazgeçilmez görevleridir.
• Üniversite toplum katında saygınlığını artırmak ve toplumla bağlarını güçlendirmek için ülke ve toplumun sorunlarına duyarlı ve onlara yönelik çözümler üretme çabasında olmalıdır.
• Üniversitenin kendi kaynaklarını yaratması adı altında yürütülen özelleştirme uygulamalarına son verilmelidir. Yükseköğretimde özelleştirme yerine kamu finansmanı esas alınmalı, genel bütçeden ayrılan pay artırılmalıdır.
• Yeni özel/vakıf üniversitelerinin açılmasına izin verilmemeli ve var olanlar kamulaştırılmalıdır.
• Üniversite bünyesinde ticarî amaçla faaliyet gösteren dernekler, vakıflar ve merkezler kapatılmalıdır.
• Üniversite, 12 Eylül askerî darbesinin otoriter, milliyetçi, muhafazakâr zihniyetinden kurtulmak zorundadır. YÖK düzeni ülkeyi bilim ve eğitim açısından geleceğe taşıyamaz. YÖK, bütün boyutlarıyla ortadan kaldırılması gereken bir kurum ve zihniyettir.
• Üniversite özerkliğinin hayata geçirilmesi için gerekli tüm düzenlemeler yapılmalıdır. Akademik özgürlüğün, ifade özgürlüğünün ve üniversitelerin yönetsel özerkliğinin sağlandığı bir sistemde YÖK gibi düzenleyici bir üst kurula gerek kalmaz. YÖK yerini, üniversitelerin doğrudan temsil edildiği demokratik bir üst kurula bırakmalıdır. Bu üst kurulun görevi, eğitim politikalarını belirleme, yükseköğretim kurumları arasında eşgüdüm sağlama ile kısıtlı olmalıdır. Bu kurulda demokratik bir yapılanmanın gereği olarak öğretim elemanları, öğrenciler, işçiler ve memurların örgütlü yapıları yer almalıdır.
• Atama ve yükseltme kriterleri, yayın sayısına değil yayın kalitesine; ne ölçüde yeni bilgi üretildiğine, yayının yarattığı bilimsel etkiye ve toplumsal katkıya göre belirlenmelidir.
• Yöneticilerin seçimi ve kurulların oluşumunda, tüm karar ve denetim süreçlerinde üniversite bileşenlerinin tümü yer almalıdır.
• Üniversiteler; zihniyeti, hatta kent dışındaki konumları, “güvenlik kaygıları” bahane edilerek kurgulanan kısıtlayıcı/ gözetleyici fiziksel mekanları ile halka kapalı/uzak, öğrenci ve öğretim elemanını izole eden steril yerler haline gelmiştir. Üniversitenin kameraları, turnikeleri, tel örgüleri ve demir parmaklıkları sökülmelidir.
• Üniversitelerde etnisite ve cinsiyet başta olmak üzere her türlü ayrımcılığa son verilmelidir. Bu amaca yönelik etik kurullar oluşturulmalıdır.
• Kadınlara yönelik psikolojik ve fiziksel taciz ve şiddet uygulamaları kabul edilemez. Tüm emek platformlarına önerildiği biçimde, üniversitede de kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık
politikaları uygulanmalıdır.
• Üniversite emekçilerine, işçi ve memurlara insanca yaşayabilecekleri bir ücret verilmelidir.
• Akademisyenlere aslî görevleri olan bilim ve eğitim üretimini gerçekleştirebilecekleri asgarî akademik ücret sağlanmalıdır. Bu koşullar altında şirketlere danışmanlık, özel muayenehane açma gibi ticarî faaliyetlere son verilmeli ve tam gün çalışma esas olmalıdır. Üniversite hastanelerinde paralı özel muayene uygulamasına son verilmelidir.
• Tüm üniversite emekçilerine koşulsuz iş güvencesi sağlanmalıdır.
• Üniversite emekçilerinin ve öğrencilerin örgütlenme ve siyaset yapma hakları önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
• Özel/vakıf üniversitelerinde çalışan bilim insanları ve işçiler “piyasalaşmış üniversite”nin sorunlarını en çıplak biçimde yaşamaktadırlar. Buralardaki eğitim ve bilim emekçileri örgütlü
mücadelenin dışında bırakılamaz.
• Tüm üniversite emekçilerine toplu sözleşmeli, grevli sendika hakkı tanınmalıdır.

Üniversite emekçilerinin sınıf eksenli mücadele adresi sendikalar olmalıdır. Bu bağlamda, eğitim ve sağlık iş kolundaki eğitim ve bilim emekçilerinin örgütlenme çatısı olan Eğitim Sen ve SES’e önemli görev ve sorumluluk düştüğüne inanıyoruz.

YÜKSEKÖĞRETİM SİSTEMİNİN YENİDEN YAPILANDIRILDIĞI BU KRİTİK SÜREÇTE, TÜSİAD VE YÖK’ÜN PİYASACI ÜNİVERSİTE PROGRAMINA KARŞI, EĞİTİM VE BİLİM EMEKÇİLERİ BİRLEŞİN

Eğitim Sen İzmir 3 No’lu Şube – Eğitim Sen Ankara 5 No’lu Şube – Eğitim Sen İstanbul 6 No’lu Şube!

Açalya Temel (Araş.Gör. – Ege Üniversitesi) Adile Arslan Avar (Yrd.Doç.Dr. – İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü) Ahmet Haşim Köse (Doç.Dr. – Ankara Üniversitesi) Atilla Göktürk (Prof.Dr. – Muğla Üniversitesi) Aydın Arı (Araş.Gör. – Dokuz Eylül Üniversitesi) Aydın Gelmez (Öğr.Gör. – Dicle Üniversitesi) Bahadır Aydın (Yrd.Doç.Dr. – A.İzzet Baysal Üniversitesi) Barış Alpaslan (Öğr.Gör. – Ege Üniversitesi) Bengi Kanat (Araş.Gör. – İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü) Berkay Aydın (Araş.Gör. – ODTÜ) Burak Bakır (Araş.Gör. – Dokuz Eylül Üniversitesi) Cem Terzi (Prof.Dr. – Dokuz Eylül Üniversitesi) C.Taylan Akdağ (Araş.Gör. – Dokuz Eylül Üniversitesi) Emek Bayrak (Ankara Üniversitesi) Emel Yuvayapan (Araş.Gör. – Dokuz Eylül Üniversitesi) Eren Deniz Tol (Doç.Dr. – Muğla Üniversitesi) Ersin Vedat Elgür (Öğr.Gör. – Dicle Üniversitesi) Fatma Gök (Prof.Dr. – Boğaziçi Üniversitesi) Ferda Dönmez Atbaşı (Öğr.Gör.Dr. – Ankara Üniversitesi) Ferda Uzunyayla (Araş.Gör. – A. İzzet Baysal Üniversitesi) Fuat Ercan (Prof.Dr. – Marmara Üniversitesi) Gökçer Özgür (Araş.Gör.Dr. – Hacettepe Üniversitesi) Gülhan Türkay Hoştürk (Prof.Dr. – İstanbul Üniversitesi) Hakan Mıhçı (Doç.Dr. – Hacettepe Üniversitesi) Haydar Uncu (Araş.Gör.Dr. – Adnan Menderes Üniversitesi) H.Cem Çelik (Öğr.Gör. – Celal Bayar Üniversitesi) Hilal Eyüpoğlu (Araş.Gör. – ODTÜ) İhsan Koluaçık (Araş.Gör. – Afyon Kocatepe Üniversitesi) Kasım Akbaş (Araş.Gör. – Anadolu Üniversitesi) K.Sinan Alçın (Yrd.Doç.Dr. – Maltepe Üniversitesi) L.Işıl Ünal (Prof.Dr. – Ankara Üniversitesi) Kutlu Dane (Araş.Gör. – Akdeniz Üniversitesi) Levent Dölek (Araş.Gör. – İstanbul Üniversitesi) Mehmet Türkay (Prof.Dr. – Marmara Üniversitesi) Melda Y.Öztürk (Yrd.Doç.Dr. – Ondokuz Mayıs Üniversitesi) Meryem Kıroğlu (Araş.Gör. – Marmara Üniversitesi) Metin Özuğurlu (Doç.Dr. – Ankara Üniversitesi) Muammer Kaymak (Araş.Gör. – Hacettepe Üniversitesi) Mustafa Öziş (Araş.Gör. – Gazi Üniversitesi) Mustafa Kemal Coşkun (Yrd.Doç.Dr. – Ankara Üniversitesi) Nida Kâmil Özbolat (Araş.Gör. – İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü) Nihat Koçyiğit (Okt. – İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü) Nilgün Toker Kılınç (Doç.Dr. – Ege Üniversitesi) Nuray Ergüneş (Yrd.Doç.Dr. – Maltepe Üniversitesi) Nurcan Özkaplan (Prof.Dr. – emekli) Nuri Erkin Başer (Araş.Gör. – Dokuz Eylül Üniversitesi) Onur Hamzaoğlu (Prof.Dr. – Kocaeli Üniversitesi) Özgür Müftüoğlu (Yrd.Doç.Dr. – Marmara Üniversitesi) Remzi Altunpolat (Araş.Gör. – Gazi Üniversitesi) Rıfat Okçabol (Prof.Dr. – Boğaziçi Üniversitesi) Seçkin Özsoy (Dr. – Ankara Üniversitesi) Servet Yıldırım (Araş.Gör. – Akdeniz Üniversitesi) Sibel Özbudun (Doç.Dr. – Hacettepe Üniversitesi) Süleyman Ulutürk (Yrd.Doç.Dr. – Akdeniz Üniversitesi) Taylan Koç (Araş.Gör. – Ankara Üniversitesi) Vefa Saygın Öğütle (Araş.Gör. – Ege Üniversitesi) Yasemin Özgün Çakar (Yrd.Doç.Dr. – Anadolu Üniversitesi) Yüksel Akkaya (Prof.Dr. – Gazi Üniversitesi) Ümit Akıncı (Araş.Gör. – Dokuz Eylül Üniversitesi) Zafer Yılmaz (Araş.Gör. – Ankara Üniversitesi) Zuhal Okuyan (Prof.Dr. – Dokuz Eylül Üniversitesi)