Doçentlik Sistemi, ÜAK’ın Yapısı ve Akademik Unvanlar Değişiyor! Akademinin İhtiyaçları Değişmiyor!

686 sayılı KHK ile üniversitelerde muhalif akademisyenlere yönelik en kitlesel ihraç kıyımının yapıldığı günden tam bir yıl sonra AKP ve YÖK, akademiye yönelik önemli değişikliklerin kapısını araladı. Kamuoyunda “yardımcı doçentlik” düzenlemesi olarak bilinen yasa teklifi, genişletilerek yeniden Meclis gündemine sunuldu.

Komisyonda görüşülmeye başlanan yasa teklifiyle;

  • “Yardımcı doçentlik” kadrosunun “doktor öğretim üyesi” olarak değiştirilmesi,
  • “Okutman, uzman, çevirici, eğitim öğretim planlamacısı” gibi kadroların kaldırılarak “Öğretim Görevlisi” kadrosu altında birleştirilmesi,
  • Üniversitelerarası Kurul’un (ÜAK) yapısından, Genelkurmay Başkanlığı’nın 4 yıl için seçtiği bir “profesörün” kurul üyeliğinden çıkartılması,
  • ÜAK bünyesinde 11 kişiden oluşan yeni bir “yönetim kurulu” kurulması,
  • Doçentlik için gerekli olan yabancı dil puanının 55’e düşürülmesi,
  • Doçentlik Sözlü Sınavı’nın temel koşul olmaktan çıkarılması ve sadece isteyen yükseköğretim kurumlarının sözlü sınav şartı koyabilmesi,
  • Doktorasını tamamlamış araştırma görevlilerine ek ders ile sınav ücreti hakkı verilmesi,
  • Tezsiz yüksek lisans ücretlerinin belirlenme yetkisinin üniversitelere devredilmesi,

düzenlemelerinin gerçekleştirilmek istendiği görülmektedir.

YÖK, Kapalı Kapılar Ardında Meclis Komisyon Üyelerine Yaptığı Sunumu Açıklamalıdır!

YÖK Başkanı Yekta Saraç ile 18 Ocak 2018 tarihinde TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu üyeleriyle bir araya gelmiş ve söz konusu yasa teklifinde düzenlenmek istenen konu başlıklarına yönelik bilgilendirme yapmıştır. Edindiğimiz bilgilere göre söz konusu toplantıda,

  • Doktorasını tamamlayan herkesin YÖK’ün oluşturacağı “online sisteme” kaydını yaptıracağı ve yürüttüğü çalışmaları sisteme yükleyeceği,
  • Sistemin çalışmalara göre her doktora bir puan vereceği,
  • Üniversitelerin taleplerini anahtar kelimeler ile YÖK’e bildireceği,
  • YÖK’ün bilgisayar ortamında puan sıralamasında ilk on adayı otomatik olarak üniversiteye bildireceği ve üniversitenin bu adaylar arasından seçim yapacağı

bir sistemin oluşturulmak istendiği ifade edilmiştir. Gerekçe olarak da ısmarlama, adrese teslim, kişiye özel ilanların önüne geçmek olduğu; böylesi bir düzenleme ile daha tarafsız, objektif bir sistemin hayata geçirileceği ifade edilmiştir.

Her ne kadar yasa teklifinde böylesi bir işleyiş düzenlenmemiş olsa da Komisyon ya da Genel Kurul görüşmelerinde bu sistemin karşımıza çıkabilme ihtimali hiç de zayıf değildir. Çünkü YÖK’ün ve AKP’nin temel hedefi, akademiyi performans kriterlerine göre şekillendirmek, iş güvencesini performans değerlendirmesine bağımlı hale getirmek ve akademik faaliyetlerde niteliği değil, niceliği artırmaktır. Ancak özellikle belirtmek gerekir ki YÖK’ün bu bilgilendirmeyi yapmış olması, üniversitelerde kadrolaşmaya bağlı nitelik kaybının yaşandığının da kabul edilmesidir. Fakat böylesi bir düzenleme, iktidar tarafından “makbul” görülen faaliyetleri artırmaktan, yayın ve atıf çetelerini büyütmekten ve nitelik kaybını derinleştirmekten başka bir sonuç yaratmayacaktır.

Yapılan Düzenlemeler Üniversitelerin Sorunlarına Derman Olmayacaktır!

Akademik unvanların değiştirilmesi, ilgili kadrolarda çalışan bilim emekçilerinin sorunlarına çözüm üretmeyecektir. Elbette doktor araştırma görevlilerine ek ders ve sınav ücreti tanınması olumlu bir düzenlemedir. Ancak asıl sorun, doktorasını tamamlamış bir araştırma görevlisinin akademik yükselmesini yapamıyor oluşudur.

Kaldı ki 18.06.2017 tarihinde TBMM’de kabul edilen düzenlemeyi hatırlamamız gerekmektedir. Söz konusu yasa ile güvencesiz istihdamın kristalize hali olan 50/d ile istihdam araştırma görevlileri için temel istihdam haline getirilmiş, doktoralı araştırma görevlilerinin sadece %20’sinin yardımcı doçentliğe/doktor öğretim üyeliğine yükselebilmesi sağlanmış, yardımcı doçentliğe/doktor öğretim üyeliğine geçirilmeyenler için ise “doktora sonrası araştırmacı” adı altında esnek ve güvencesiz istihdamın kapıları ardına kadar açılmış ve son olarak performans denetimi akademik yükselmenin temel kriteri haline getirilmiştir. Dolayısıyla her iki düzenlemeyi birlikte ele aldığımızda karşımıza “doktor öğretim üyesi” kadrosunun, 4 yıllık sözleşme statüsü olmasına rağmen zaman içerisinde “ayrıcalıklı” bir kadroya dönüşmesinin ve güvencesiz istihdamın pekiştirilmesinin hedeflendiğini söylemek mümkündür.

Bununla birlikte ÜAK’ın bünyesinde yeni bir “yönetim kurulu” oluşturulmasıyla, siyasi iktidarın tepeden verdiği talimatların “süratle” yerine getirilmesinin hedeflendiğini özellikle belirtmek isteriz. Üniversitelerin kurumsal özerkliğini, “tezsiz yüksek lisans ücretlerini” belirlemek ya da daha açık ifade edersek üniversiteye gelir getirici işlerle sınırlamak, “kurumsal özerkliği” güçlendirmeyecek aksine üniversiteleri şirket mantığına teslim edecektir.

Kurumsal özerklik, üniversitelerin hükümetler ve sermaye çevrelerinden bağımsızlığını ifade etmektedir. Rektörlerin doğrudan bir partinin genel başkanı olan cumhurbaşkanı tarafından atandığı bir sistemde YÖK’ün “kurumsal özerklik” kavramından bahsetmesi, en naif ifadeyle aklımızın küçümsenmesidir!

Özetle yapılan düzenlemeler, AKP’nin ihtiyacını duyduğu akademisyen profilini oluşturmaya ve üniversitelerin insan, toplum ve doğa yararına değil AKP ve sermaye çevreleri için bilgi üretmesinin sağlanmasına hizmet etmektedir.

Eşitlikçi, Özgürlükçü ve Demokratik Bir Akademik İklim Yaratılmadan, İş Güvencesi Temel Alınmadan Sorunlara Çözüm Üretilemez!

Türkiye’de siyasal ve sosyal alandaki antidemokratik ve hukuksuz uygulamaların gündelik yaşama egemen olmasıyla birlikte, özgürlükler açısından sorunlarla boğuşan üniversiteler de payına düşeni almıştır.  Öyle ki temel hak ve özgürlüklerin, düşünce ve ifade özgürlüğünün, sendikal hakların askıya alındığı bir dönemde akademik özgürlüklerin kendisine yaşam alanı bulması mümkün değildir.

Haliyle son dönemde üniversitelere dair yapılan düzenlemeler, sadece hükümet tarafından “makbul” görülen bilginin üretilmesini, üniversiteler üzerindeki mevcut iktidarın güçlendirilmesini, akademisyenlerin “hükümet memuru” haline getirilmesini, bu nedenle de güvencesiz istihdamın derinleştirilmesini hedeflemektedir. Elbette bu hedefler, cilalanarak pazarlanmakta ve kimi ekonomik iyileştirmelerle göz aldatması yapılmak istenmektedir.

674 sayılı KHK ile bir gecede ÖYP’li araştırma görevlilerinin özlük haklarını gasp edenler, akademiye ve yükseköğretim sistemine dair yıllardır dile getirilen talep ve çözüm önerilerine sırtlarını dönenlerin temel derdi kendi sorunlarına çözüm üretmek, üniversiteleri devlet-parti birliği içerisine daha güçlü dahil etmektir!

Eğitim Sen olarak, muhalefet partileriyle beraber atılan her adımı yakından takip ettiğimiz ve verilen önergelere katkı sunmak için elimizden geleni yaptığımız bilinmelidir. Ancak önergeleri reddeden, defalarca sunduğumuz raporlara, somut çözüm önerilerine rağmen “Ben yaptım oldu” diyenlere söyleyeceğimiz tek şey, üniversiteleri hak ettiği yere yeniden ve mutlaka getireceğimizdir!