Bilgi-BelgeDokuz Eylül ÜniversitesiHocalarımızı Geri İstiyoruzHukukManşet

9 Eylül Vakası ve Rektör Cehaleti – Prof. Dr. Mustafa Altıntaş

9 Eylül Vakası ve Rektör Cehaleti – Hukuki Değerlendirme

Prof. Dr. Mustafa Altıntaş – YÖK-Yüksek Disiplin Kurulu ve Üniversiteler DK Üyesi (Eğitim-Sen Temsilcisi)

02.07.2017

Üniversite tarihimizin yüz karalarından birisi de, “akademisyen kıyımı”dır. Akademisyen kıyımının en vahşicesi ise, 15 Temmuz fırsatçılığı ile gerçekleştirileni olmuştur. Bunun nedeni ise, kıyıma konu kılınanlara karşı uygulanan“düşman hukuku” dur. Bu yargımızın kaynağını 23 Temmuz 2016 günlü RG’de yayımlanan 667 Sayılı “OLAĞANÜSTÜ HAL KAPSAMINDA ALINAN TEDBİRLERE İLİŞKİN KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME”’dir. Bu kararnamenin 4 ncü maddesi “kamu görevlilerine ilişkin tedbirler” başlığını taşımakta ve (d) fıkrası Yükseköğretim Personel Yasası kapsamındaki öğretim elemanlarına özgülenmiştir. Buna göre; “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen; (d)2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununa tabi personel, Yükseköğretim Kurulu Başkanının teklifi üzerine Yükseköğretim Kurulunun kararıyla kamu görevinden çıkarılır”. Bununla da yetinilmemekte, bunlar, temel insan haklarından olan çalışma hakkından da ömür boyu yoksun kılınarak, “sessiz ölüme” mahkum edilmekte: “ Görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bu fıkrada sayılan görevleri yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını taşımayanlar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır” denilmektedir.

Rektör Kasman imzası ile yaratılan ve “Dokuz Eylül Vakası” olarak adlandırılacak “görevden uzaklaştırma” nın dayanağı, İstanbul Savcılığı tarafından yürütülen soruşturma gösterilmektedir. Akademisyenler, bu işlemin dayanağı olan Savcılık yazısını istemişler,ancak bu istemin gereği,bu yazının kaleme alındığında, yerine getirilmemiştir. Rektörlük, görevden uzaklaştırmayı, iki nedene dayandırmaktadır. Bunlardan ilki “soruşturmanın selameti”, ikincisi de “görülen lüzum üzerine”’dir. Görevden uzaklaştırmanın bu iki gerekçesi de, yasal ve hukuksal açıdan “yok” hükmünde olup, imzacı rektörün cehaletini ve bilgisizliğini gözler önüne sermektedir. Şimdi bu bilisizliği madde madde sıralayalım.

1. Rektör Kasman, “görevden uzaklaştırmanın” anlamını bilmemektedir: Görevden uzaklaştırma bir önlem olup, “kamu hizmetinin gerektirdiği hallerde, görevi başında kalmasında sakınca bulunmayı gerektirir” bir durumun olmasına bağlıdır. Bunun için de bir disiplin suçu kapsamına giren bir eylemin olması ve bunun için bir soruşturmanın başlatılmış olması gerekmektedir. Oysa ki, ortada Rektörlük tarafından başlatılmış bir “disiplin soruşturması” bulunmamaktadır. Olmayan bir disiplin soruşturmasının “selameti” için “görevden uzaklaştırma önlemi” alma kararı “yok” hükmündedir.

2. Görevden uzaklaştırma önleminin dayanağının, idari bir soruşturmadan değil, üzerinden 18 ay geçmiş “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriye atılan imza nedeni ile, İstanbul Savcılığı tarafından başlatılmış ve sonucu belirsiz kamu adına açılan soruşturma olduğu, Rektör Kasman imzalı yazısında “ilgisinde” ortaya konulmaktadır. Cumhuriyet Savcılığının açtığı soruşturma ise, rektör adına açılmış bir soruşturma olmayıp, kamu adına yürütülen bir işlemdir. Soruşturmanın ceza davasına dönüşmesi, Savcılık ile hakkında soruşturma açılan kimse arasında bir sorundur. Bu nedenle, rektörün, böyle bir soruşturmaya sığınarak, bir disiplin önlemini uygulamaya koyması dayanaksız olup, görevi kötüye kullanma suçudur.

3. Rektör Kasman’ın bilisizliğini ele veren bir başka kanıt ise, kararını “görülen lüzum üzerine”gibi, hukukta ve yasalarda yeri olmayan, öznel yargısına dayandırmasıdır. Bu bile, tek başına, rektörün büyük bir sorumsuzlukla, 12 akademisyeni öğrencilerinden, hastalarından kopartılmasına gerekçe kılabileceği hukuksal ve yasal bir dayanağının olmadığını göstermektedir. “Görülen lüzum üzerine” gerekçesi, 1950’lerde DP Hükümetleri zamanında sıkça“kamu çalışanları üzerinde estirilen terörün” giyoti olarak kullanılmış, 1960 sonrasında ortadan kaldırılmıştır. Rektör Kasman, imzası ile tarihin çöplüğüne atılmış bu giyotini hortlatmıştır.

4. Rektörün bu işleminde, kendisini sorumlu kılacak ve suçlu konumuna getirecek nokta ise, bu işlemini, 667 Sayılı Kararnameye dayandırmasıdır. Çoğu rektör, okur-yazar olma yeteneğinden yoksun, yada okuduğunu değil de, buyurulanı yapar emir kulu olmaya razı olduğundan, imzaladıkları metnin bile anlamını bilmemektedirler. 12 öğretim elemanının kıyımını imzalayan rektör Kasman, 657 Sayılı KHK / 4-1 maddesinde,önce “görevden uzaklaştırma” olarak tanımlanan bir önlemin olmadığını; ikincisi ise, yükseköğretim kurumlarında, 2914 Sayılı Yükseköğretim Personel Yasasına tabi personel hakkında işlem yapmaya yetkisinin bulunmadığını bilmemektedir. Çünkü, 657 Sayılı KHK’nin 4-1 (d) fıkrasında bu görev YÖK Başkanının önerisi ve Yükseköğretim Kurulu kararına bağlanmıştır.Fıkrayı buraya aktarıyorum : “4-1 / d) 11/10/1983 tarihli ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununa tabi personel, Yükseköğretim Kurulu Başkanının teklifi üzerine Yükseköğretim Kurulunun kararıyla kamu görevinden çıkarılır”.

Rektör Kasman, altına imza attığı yazı ile, 12 akademisyeni “terör örgütlerine yada Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olmakla” değerlendirmektedir. Bu ciddi ise, burada da rektöre, 18 ay boyunca öğrenci ve hastaları, bu terörist ve devlet düşmanlarına neden teslim ettiniz sorusunu sormak gerekmektedir.

Bu işlemin, hukuk karşısında mahkum edileceğinden ve meslektaşlarımızın mesleklerine, öğrencilerine ve hastalarına hizmetlerini sürdüreceklerinden kuşkum bulunmamaktadır. Ancak olan, bu süreç içerisinde, bu bilim emekçilerinin hizmetlerinden yoksun kılınan öğrenci ve hastalarına olacaktır. Üniversite tarihimizdeki “yüz karalarının” son olmasını diliyorum.