Ceren Damar Şenel İçin Adalet İstiyoruz!
Öğrencisi tarafından üniversitedeki odasında öldürülen araştırma görevlisi Ceren Damar Şenel davasının 4. duruşması, 21 Şubat Cuma günü Ankara Adliyesi’nde görülecek. Eğitim Sen olarak, duruşmaya destek vermek ve dayanışma çağrısı yapmak için bu sabah Genel Merkezimizde basın toplantısı düzenledik. KESK Kadın Sekreteri Gülistan Atasoy Tekdemir ve şube kadın sekreterlerimizin katıldığı toplantıda, basın açıklamasını Merkez Kadın Sekreterimiz Derya Yulcu okudu. Ceren Damar Şenel İçin Adalet İstiyoruz! 2 Ocak 2019 tarihinde Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde bir katliam yaşandı. Araştırma Görevlisi Ceren Damar Şenel, görev yaptığı PARALI üniversitede öğrenim gören bir erkeğin, Hasan İsmail Hikmet’in bıçaklı ve silahlı saldırısıyla katledildi. Cumhuriyet savcısı, sanığın ‘canavarca hisle veya eziyet çektirerek kasten öldürmek’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet, ruhsatsız tabanca bulundurmak ve cinayetin ardından kendisini kovalayan bir öğrenciye yönelik silahla tehdit suçlarından da 3 yıldan 8 yıla kadar hapsini talep ediyor. Önce silahla vurularak ardından on yedi yerinden bıçaklanarak katledilen Ceren Damar Şenel’in ailesi, meslektaşları, öğrencileri, kadın örgütleri ve eğitim ve bilim emekçileri sendikası Eğitim Sen adalet mücadelesi yürütüyor. Katil ise indirim peşinde…
Ceren Damar Şenel’in katledilmesinin gerekçesi de “kopya çekerken yakalanmak” olmuştu. Araştırma görevlisi bir kadın, kopya çeken bir erkek öğrenci hakkında görevinin gereklerini yerine getirdiği için katledilmişti. Çünkü Ceren Damar Şenel bir kadındı ve şiddetin hedefi haline gelebilmesi “olağan”dı. Çünkü güçlünün hukukunun korunduğu, zorbalığın her gün daha fazla cesaretlendirildiği karanlık bir dönemden geçiyoruz. Ceren Damar Şenel, doğru bildiğini yaparken tehditlere boyun eğmemeyi, akademinin etik ilkelerini kendisine rehber edinmeyi istemişti.
Ceren Damar Şenel, akademideki güvencesiz istihdamın merkezindeydi. Akademik özgürlükleri değil “müşteri her daim haklıdır” düşüncesini kendisine ilke edinmiş, akademisyen-öğrenci ilişkisini işçi-müşteri ilişkisine indirgemiş bir yükseköğretim sistemi içerisindeydi. Ülkemizde bugün köklü üniversitelerde dahi akademik özerklik ve en temel demokratik haklar ayaklar altına alınmış durumdadır. Akademisyenleri ‘oluk oluk kanlarını akıtacağız ve kanlarında duş alacağız ’diye tehdit edenler, Ankara Üniversitesi’nde akademisyen cübbeleri üzerinde tepinen postallar, hukuk fakültesi çatısından sallandırılan ülkü ocakları bayrağı ve hukuk fakültesi önünde silahıyla poz veren şahsa ait görüntüler akademinin bilinçli bir şekilde baskı altında tutulduğunu göstermektedir.
Akademik özgürlüklerin yok sayılması, üniversitelere, bilime ve akademisyenlere dönük tehditler, bireysel silahlanmanın, cezasızlığın teşvik edilmesi şüphesiz ki güçlünün şiddetini ve zorbalığını cesaretlendirmektedir. Unutulmamalıdır ki üniversiteleri üniversite yapan yegâne öğe demokratik öğrenme iklimidir ve bu iklimin var olabilmesinin koşulu da ülkemizin demokratikleştirilmesinden geçmektedir.
2019 yılında 474, 2020 yılı Ocak ayında 27 kadın cinayeti işlendi. Ceren Damar Şenel cinayetinde bilim insanı ve kadın kimliğini tanımayan erkek şiddeti ve kadın düşmanlığı görmezden gelinmemelidir. Okul öncesinden yükseköğretime toplumsal cinsiyet eşitliğini hedef alan politikalar, kadına yönelik şiddeti artırmaktadır. Türkiye 1985 yılında CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi), 2011 yılında İstanbul Sözleşmesi’ni (Kadına Karşı Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Avrupa Konseyi Sözleşmesi) imzalamıştı.
Kadınların yürüttüğü mücadelenin, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadın cinayetleri konusunda oluşan muhalefetin sonucunda hükümet, bu sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerinin gereğini yapmak zorunda kalmış; MEB ve YÖK toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı adımlar atmaya başlamıştı. Ancak kadınları geleneksel rollere hapsetmek isteyen erkek egemen siyasi anlayışın yanlış politikaları nedeniyle, mücadele ederek elde ettiğimiz kazanımlar MEB ve YÖK tarafından ortadan kaldırılıyor. Okul öncesinden yükseköğretime kadar toplumsal cinsiyet eşitliğini hedef alan politikalar, kadına yönelik şiddeti artırıyor.
Türkiye’nin de onayladığı Pekin Deklarasyonu kapsamında tüm dünyada toplumsal cinsiyet eşitliği için yol haritaları oluşturulurken; bizde ise özel eğitim ve rehberlik programından, sosyal etkinlikler yönetmeliğinden ve yükseköğretim programlarından çıkarılmaktadır.
Önce, 2014 yılında başlatılan ve Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğü tarafından koordine edilen ‘Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi’ (ETCEP) sonlandırıldı. MEB tarafından 162 okulda eğitim emekçilerine verilen eğitim sürecinin tamamlanması sonrasında, uygulama aşamasına geçmesi beklenen proje, Bakan Ziya Selçuk’un ‘Toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı okul projesini hayata geçireceğiz.’ açıklamasından sadece 2 gün sonra, vesayet mekanizmalarının devreye geçmesiyle iptal edildi. Milli Eğitim Bakanlığı, bu projeye sahip çıkamadı ve toplumsal cinsiyet eşitliğinden vazgeçti.
Devamında; MEB’in yasağından hemen sonra YÖK Başkanı toplumsal cinsiyet kavramının Türkiye’nin toplumsal kabulleriyle mütenasip olmadığını savundu. YÖK bu açıklamanın ardından, tüm üniversite rektörlerine gönderilen toplumsal cinsiyet eşitliği tutum belgesini internet sayfasından kaldırdı.
11 Eylül 2019 tarihinde Özel Eğitim ve Rehberlik Genel Müdürlüğü’nün 2019-2020 programında 26 hedef arasında yer alan toplumsal cinsiyet eşitliği hedefi, programdan çıkartıldı. 12 Eylül 2019 tarihinde de Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelikle MEB Sosyal Hizmetler Yönetmeliği’nde değişiklik yapıldı ve MEB toplumsal cinsiyet eşitliğini tüm etkinlik alanlarından çıkardı. Okullarda, sivil toplum kuruluşları ve uluslararası kuruluşlarla sosyal etkinlik yapılmasının önünü açtı. Çocuklar protokoller yoluyla sivil toplum kuruluşu adı altında çeşitli cemaat tarikatların cinsiyetçi etkinliklerine maruz bırakılmaktadır.
Üniversitelerde yaşanan şiddet vakalarının ana sebepleri bize, meseleye dair kalıcı çözümün, tüm ezen-ezilen ilişkilerini ortadan kaldırmadan, eşit, özgür, demokratik üniversiteyi, toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alan eğitim politikalarını yaşama geçirmeden mümkün olmayacağını göstermektedir.
Şiddeti engellemek değil faillerini korumak ve aklamak için örgütlü bir biçimde hareket eden tüm odaklara karşı duracağız. Şiddeti öven tüm yaklaşımları teşhir edeceğiz. Eğitim ve bilim emekçileri olarak tüm bilim insanlarının iş güvencesinin, insanca yaşam koşullarının ve en önemlisi yaşam hakkının korunmasına yönelik politikaların hayata geçirilmesi için tüm gücümüzle mücadele edeceğiz.
Ceren Damar Şenel davasını, gerçek adaletin tecelli etmesi için, bu katliamın ardındaki iktidar ilişkilerinin gün yüzüne çıkması için, akademinin en temel ilkelerinin nasıl yok sayıldığının görülmesi için, gözümüzün içine bakıla bakıla failin suçunun nasıl basitleştirilmek istendiğini teşhir etmek için takip edeceğiz. Cinayetle değil bilimsel çalışmalarla gündemde olacak insan, toplum, doğa yararına üniversiteler ancak mücadeleyle mümkün olacaktır.
Eğitim Sen olarak, 21 Şubat 2020 Cuma günü Ankara 33. Ağır Ceza Mahkemesi’nde saat 10.00’da görülmeye başlanacak karar duruşmasına katılmaya, davanın takipçisi olmaya davet ediyoruz.
CEREN DAMAR ŞENEL’İN ANISI ÖZGÜR ÜNİVERSİTE MÜCADELESİNDE YAŞAYACAK!